wozniacki: game face on!
İsmine sıkça rastladığım sıralarda nasıl oyun oynadığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Caroline Wozniacki isminden önce ana tablolarda hiç de görmeye alışkın olmadığım Danimarka bayrağı ile zaten dikkatimi en başta çekmişti.
Sonra maçlar kazanmaya, yükselmeye başladı. Kendisine olan sempatim 2008'in başında yükselişe geçti. Bilenler vardır eurosport.yahoo.com'da bir fantazi tenis ligi vardı. Yedi oyuncu seçerdiniz ve her hafta iki oyuncu değiştirme hakkınız vardı. İlk 10'dan bir, 10-30'dan iki oyuncu diye giderdi seçme haklarınız yanlış hatırlamıyorsam. İşte Wozniacki o sene üçüncü grupta vazgeçilmez tenisçimdi. O maçlar kazandıkça benim puanlar coşuyordu. Sezon sonunda ilk 100'de bitirmiştim yanılmıyorsam. Hatta şurada başlığı var.
Neyse efendim öyle sevdim Wozniacki'yi. Sonra izleye izleye aslında oyunun bir şeye benzemediğini ama nasılsa o topları karşıya geçirdiğini ve puanlar, maçlar kazandığını gördüm. Kortta daima güler yüzlü olması, moralinin bozulmaması kendisine takılan Sunshine lakabını da hak etmesini sağlıyordu. İlk 10'a gireceğini biliyordum ama dünya 1 numarası mı? İşte bunu düşünmüyordum.
Eleştirileri çok iyi göğüslüyor Caro. Safina'nın kaldıramadığı baskıyı iyi sırtlıyor. Medya ile müthiş iyi geçiniyor. Ve en önemlisi kortta yılmıyor. Kötü oynuyor deniliyor kendisi için, yakışmıyor deniliyor. Ama Danimarkalı maçları kazanmayı bir şekilde başarıyor. Nasıl oluyor inanın ben de çözemedim. Ama çeşitli rakiplere karşı, geri de düşse bir maçı kazanabiliyorsa eleştirirken biraz daha dikkat etmek gerekir.
Çeyrek finalde Schiavone karşısında ilk seti kaybettikten sonra geri dönebilmeyi başardı. Schiavone'nin yorgunluğunun tabii ki etkisi büyük burada. Kolay değil. Ama bir set gerideyken ve ikinci sette 3-1 arkadayken, o karşılaşmayı çevirebilecek mental güç ve yetenek varsa -hem de Schiavone gibi iyi tenis oynayan bir sporcu karşısında- bu kız yukarılarda olmayı hak ediyordur.
Medya ile iyi geçiniyor dedim. Bu turnuvada medya mensuplarından bir eleştiri geldi. Maçlardan sonraki basın toplantıları çok sönük geçiyor diye. Bir sonraki basın toplantısında, maçla ilgili kısaca konuştuktan sonra, "Bana istediğinizi sorun" dedi.
Daha sonraki basın toplantısında kafasından bir hikaye uydurdu. Bacağındaki yara bandının ne olduğu sorulduğunda, "Parkta yatan bir kanguru gördüm ve onunla oynamak istedim. O da kaval kemiğimi çizdi. Doktora gittim. Dikiş atılması gerektiğini söyledi. İstemedim" diyerek kısa bir öykü yazdı. Çoğu basın mensubu -ben de dahil- buna inandı. Fakat aynı günün akşamı Twitter'dan "Umarım kanguru hikayem hoşunuza gitmiştir" yazdı.
Bir basın mensubu bu olanlardan sonra kendisine şişme bir kanguru hediye etmiş. Wozniacki, çeyrek final maçının ardından toplantıya bu oyuncak ve bir çift boks eldiveni ile geldi. Eğlenceli bir kız, neşeli bir kız, zevk almaya bakıyor yaptığı işten... Biraz daha saygı duyulması gerek sanki. En azından dünya 1 numarası olmak onun suçu(!) değil. Kızmayın bunun için ona. Hesaplama sistemi öyle.
Bir de şöyle bir soru sorulmuş. Şöyle bir cevap verilmiş:
Q. Speaking of friends of yours, how do you see the future of the Sorana Cirstea, who was your doubles partner?
CAROLINE WOZNIACKI: Well, Sorana is a very good friend of mine. I hadn't seen her for a while when I saw her here. I mean, she's getting in a very good shape.
Unfortunately, she had a small injury in her stomach that was restricting her from serving very well. She has a bright future. She's playing very well and she's on the right track back.
6 yorum:
Medyayla iyi geçineyim derken benimle arasını bozdu haberi olsun. Caro orda gazetecilerle dalga geçeyim diye hikaye uydururken ben de burda zavallı kıza kangurular saldırmış, ne şanssız diye üzülmüştüm. Kendimi aldatılmış hissediyorum! :(
Eheh. Ben nabayım Twitter'da yazdım ya kanguru çizmiş diye :)
Oynadı da saygı duymadık mı?
Başa baş geçen maçlar olur. Baskı, gerilim iki tenisçiyi de etkiler ve vasat bir oyun oynanır. Kimse risk almaz. Bu tip maçlar tenisin içinde vardır ve anlayış gösterilir. Çünkü baskı altında 15-20 vuruşluk ralliler oynamak da meziyettir. Bundan zevk almaya bakarım.
Tabii herkes için bu geçerli değil. Savunma futbolu da bir değerdir mesela ama çoğunluk oturayım da deli gibi kapanan bir takım izleyeyim demez fakat taktiksel biri beceri vardır orada.
Neyse bunları geçip Woz'a dönelim. Yukarıda bahsettiklerim Wozniacki'de yok. Düşündüğü şey, en basit şekilde topu karşıya atmak ki geçtiğimiz sene kötü oynayıp bunu yaparken araya çok atak oynadığı puanlar ve oyunlar sıkıştırıyordu. Şimdi winner denemeye bile çekiniyor.
Psikolojik olarak olgun, falan filan. Takdir ediyorum. Geçen sezonki istikrarı akıl almaz. Bu devam ederse de 1 numarayı kimseye bırakmaz. Sonunda Grand Slam'ler de gelir ama kesin yanlış yolda.
Ya o zaman herkes topu karşıya atsın, herkes birinci olsun, oleeeeey. Olmuyor demek ki. Başka bir şeyler var. Ben de isterim agresif oynasın, her maç 67 winner alsın. Ben de fanı değilim. Ne kendisinin ne oyununun fanıyım. Ama sadece pusherlıkla olacak şey değil dünya numaralığı. O zaman Monfils en büyük. Olmuyo.
Heyt beğendim ben yazıyı :)
Ben de kendisinin fanı değilim ama 1 numara olabiliyorsa saygı duyarım. Tabiki güzel oynasın etsin ama teniste en sevmediğim şey mental olarak dayanıksız tenisçidir belki o yüzden seviyor da olabilirim caro'yu.
Not:Gulbis bir istisna :)
Yürü be Caro!! :)
Pusher'lık kolay bir şey değil ki...
Zaten fiziksel istikrarını, psikolojisini övdüm.
Pusher'lığın yanı sıra, alçak topları çok iyi çıkarıyor, pes etmiyor vs.
Her pusher dünya 1 numarası olacak diye bir şey yok.
Wozniacki geçtiğimiz sezona göre geriledi. Beni rahatsız eden en önemli şey bu. Tempo düşürüyor ve iyi oynayanı kaybeden haline getiriyor. Yunanistan, Avrupa Şampiyonu olduğu yıl liglerde küçük takımların çoğu benzer strateji benimseyince herkes ağlamadı mı. O hesap!
Yorum Gönder