11 Aralık 2009 Cuma

ayrımcılık savunması artık tutmuyor serena!

Serena Williams kendisine verilen cezayı bir hayır kurumuna bağışlamak istediğini söyledi ancak ITF bunu reddetti. Sitesine şunları yazdı Amerikalı:

Bütün kariyerim boyunca hep sakin kaldım. Ama sanırım bir an patlama noktasına geldim. Ulaşmama izin vermemem gereken bir noktaydı. Bildiğiniz gibi sakinliğimi kaybetmem bana 92 bin dolara mal oldu. 92 bin dolar! Bu, çoğu insanın bir yılda kazandığından fazla. Şuna cevap verin: Neden erkek bir tenisçi –hem de çizgi hakemine değil de sandalye hakemine- benim söylediğim gibi “s” ile başlayan kelimeyi söyleyip sadece 10 bin dolar ceza alıyor? Benim yaptığım onun yaptığından 10 kat daha mı kötüydü? Başka bir erkek tenisçinin kampı fiziksel olarak hakeme saldırmasına rağmen benim aldığım cezanın yarısından daha az ceza aldı. Bütün bunlar onların erkek olmasından dolayı mı?

Şimdi izninizle Serena’ya ben de cevap vermek istiyorum.

Her şeyden önce bütün kariyeri boyunca sakin değildi Serena. Amerika Açık’ta Capriati ile oynadığı maçta sandalye hakemi Mariana Alves’e demediğini bırakmadı. Haklı olabilir ama bu hakeme yüklenebileceği anlamına gelmez. Hakemler hata yapabilir ve cezasını ITF verir. Daha birçok maçta kontrolünü kaybettiği zamanlar oldu, hafıza kaybı yaşıyor sanırım kendisi.

İkincisi, o, kardeşi ve babası Richard Williams 90ların sonu, 2000lerin başında hep siyahi olduklarından ötürü kendilerine ayrımcılık yapıldığını söyleyerek pozitif ayrımcılık yapılmasını istedi. Bu böyledir. Kadınlar maalesef genelde erkekler tarafından ezildikleri için, azınlıklar çoğunluklar tarafından hor görüldüğü için, Afrika kökenli Amerikalılar bir zamanlar beyazlar tarafından ezildikleri için artık kendilerini dokunulmaz sanmaktalar ve hata yapmalarına, yanlış şeyler söylemelerine rağmen eleştirilemez olduklarını düşünmekteler.

Serena Williams da bir zamanlar oynadıkları tenisin bugünkü kadınlar tenisinin içinde bulunduğu durumun temelini oluşturmasına rağmen, o kadar göz zevkini bozan bir oyun olmasına rağmen zamanında bu güç tenisine gelen eleştirileri, “Biz zenciyiz, bizi sevmiyorsunuz. Hep farklı olduğumuz için bunları yapıyorsunuz” diyerek çok farklı bir boyuta taşımaya ve eleştirilemez bir statüye erişmeye çalıştılar.

Pozitif ayrımcılık da en az ayrımcılık kadar kötü bir şeydir. Kendisi şimdi de bu ırkçılık savunmasının prim yapmadığını görmüş olacak ki işi cinsiyetçi ayrımcılığa çekmeye çalışıyor. Neymiş efendim kendisine verilen cezalar sadece penisi olmadığı içinmiş.

Kendi yazısında bahsettiği “hakeme “s” ile başlayan kelimeyi söyledi, benden daha az ceza aldı” dediği isim çoğunuzun da anlamış olduğu gibi Federer. Del Potro karşısındaki maçta her zamanki gibi “kaybetmek üzere olan sinirli” modunda Del Potro’nun geç itirazını kabul eden hakeme saydırmaya başlamıştı. Fuck dediğini duymadım ama shit dedi. Neyse sonuçta ikisi de hakeme saygısızlıktır ancak Serena’nın kendisini bu olayla karşılaştırması saçmalığın daniskası.

Serena elindeki raketi çizgi hakemine doğrultup, elindeki topu hakemin gırtladığından içeri sokacağı üzerine Tanrı’ya yemin etti. Serena inanan bir insansa bu bir sözdür. “Yaptığım hareket Federer’inkinden 10 kat daha mı kötü” diye soruyor ya… 100 kat daha kötü.

Bahsettiği diğer olay ise Jeff Tarango’nun 95 yılında Wimbledon maçında hakeme sinirlenip maçı terk etmesi, ardından eşinin gidip de hakemi tokatlaması. Birincisi tenisçiyi kampının yaptığı saldırıdan sorumlu tutamazsın. İkincisi Tarango, Serena’nın cezası açıklanana kadar en yüksek cezaya çarptırılmıştı ve üzerine Wimbledon’dan 1 sene ihraç edilmişti. Toplamda baktığımızda götürüsü Serena’nınkinden çok daha fazla.

Ayrıca kaybettiği 92 bin doların çoğu insanın bir yıllık kazancından yüksek olduğunu söylemiş. Evet, ama birazcık mantık ve matematik ile kendi yıllık kazancının yüzde kaçı olduğunu hesaplasın bir zahmet. Kariyerinde toplam kazandığı para ödülü 28.506.993 Amerikan Doları. 14 yıllık profesyonel tenis kariyerinde yıllık ortalama 2 milyon dolar eder. Yıllık kazancının yüzde 5’i oluyor. Bir bahise ne kadar yüksek para ile girerseniz getirisi o kadar yüksek olacaktır. Ama kaybederseniz götürüsü de. Serena hata yaptı, kaybetti... Elinden çıkan para da fazla olacaktır. Hiç sızlanmasın.

Read more...

7 Aralık 2009 Pazartesi

tüylerim diken diken oldu juju'yu görünce



Read more...

davis cup üzerine ve ispanya'nın başarısı

Davis Cup müsabakaları başlamadan önce Hindistan ile Güney Afrika arasında 74’te oynanması gereken ancak Hindistan’ın boykotu nedeniyle gerçekleşmeyen final eşleşmesinden bahsetmiştim. Davis Cup tarihine bakmaya devam edelim.

Davis Cup düzenlenmeye başlandığı yıldan, 1974’e, boykotlu finale kadar sadece dört ülke tarafından kazanılmıştı ki bu ülkeler Grand Slamler’e ev sahipliği yapan ABD, Avustralya, İngiltere ve Fransa idi. 1974’te Güney Afrika’nın hükmen kazanması ile bu düzen bozuldu. 75’te İsveç’in şampiyonluğunun ardından İtalya kupaya ağırlığını koymaya başladı. 1976’de İtalya’nın final alışkanlığı şampiyonlukları ile başlıyordu. 76’dan 80’e kadar 4 kez final oynayan İtalyanlar, ABD ve Avustralya’nın şampiyonluklarına engel olamasalar da final kombolarına engel olmuştu. 76 Fransa Açık şampiyonu Adriano Panatta ve yarı final görmüş olan Corrado Barazzutti gibi isimlerle bu iki kuleyi sallayan ve hegemonyaya son veren İtalyanlar’ı İsveçliler takip edecekti.

Mats Wilander’li, Stefan Edberg’li kadro ile John McEnroe’lu ABD’yi durdurmayı başardı İsveçliler. 1983–1989 yılları boyunca 7 kez final görmeyi başaran kuzeyliler bu finallerden 3 şampiyonluk çıkarttılar. Son iki finalde Batı Almanya ile oynadıkları maçlar tam bir derbi havasında geçti. Boris Becker, Edberg ve Wilander’e tek başına karşı koyuyor ve o zamanlar saçma bir duvarla bölünmüş olan Almanya’nın batı tarafına 2 şampiyonluk getiriyordu.

90’lara girdiğimizde ise Agassi ve Chang gibi iki efsane ile “Empire Strikes Back” olayına giren Birleşik Devletler finalde ezeli rakipleri Avustralya’yı geçerek şampiyonluğa ulaştılar. 91’de Agassi ve Sampras gibi daha da efsanevi ikili ile finalde takıldılar. Finalde Laconte’li Fransa 59 yıl sonra ilk şampiyonluğunu yaşadı. Bir sene sonra Agassi sabit kalıp yerine Jim Courier gelince ABD yine şampiyon oldu. Bu tarihteki 30. şampiyonluklarıydı ve İsviçre’ye karşı elde ettiler. İsviçre’yi ilk finaline taşıyanların arasında 98 yılında Roger Federer’i vejetaryenlikten kurtaracak olan Marc Rosset de vardı.

Duvarın yıkılmasından sonra Almanya 93 yılında ilk defa tek parça halde final gördü ve şampiyon oldu. Bundan sonra 5 senede Enqvist, Edberg ve Björkman’lı kadrosu ile 4 final ve 3 şampiyonluk daha gören İsveç bir anda Davis Cup tarihindeki en başarılı takımlardan biri haline geldi. 98’deki şampiyonlukta Robin Söderling’in şimdi antrenörü olan Magnus Norman’ın da payı büyüktür.

2000lere girmek üzereyken ATP Tur’u domine eden Lleyton Hewitt ve Mark Philipphoussis, Avustralya Davis Cup Takımı’na 29. şampiyonluklarını getirdi. Bundan sonra da Pat Rafter’ın da yardımı ile iki sene üst üste final oynattılar ve 2003’te bir şampiyonluk daha getirdiler. Bu Avustralya’nın son şampiyonluğu oldu.

2000’de ise bir ülke ilk kez Davis Cup kupasını kaldırıyordu. Şu sıralar İspanya Davis Cup Takımı’nun kaptanlığını yapan Albert Costa ve Juan Carlos Ferrero, İspanya’ya ilk kupayı getirdiler. Final Avustralya’ya karşı Barcelona’da ve tabii ki toprak zeminde oynandı.

Fransa’nın Escude’li, Pioline’li, Grosjean’lı, Santoro’lu kadrosu 2001’de Fransa’ya bir şampiyonluk daha getirdi. Bu da Fransızlar’ın son şampiyonluğu oluyordu. 2002 finalinde Safin, Kafelnikov ve Youzhny üçlüsü onlar için çok güçlüydü. Fransızları yenen Rusya takımı ilk kez bu kupanın sahipleri oluyorlardı. Sovyetler zamanında bile kazanılamamış bir kupaydı bu.

Günümüze doğru gelirken İspanya ve Rusya’nın ikinci şampiyonluklarını aldığını, Mononükleoz öncesi Mario Ancic’li Hırvatistan’ın tek kupalı şampiyonlar kervanına eklendiğini ve babalar Avustarlya ve ABD’nin birer şampiyonluk daha kazandığını görüyoruz. Özellikle Pete Sampras ve Andre Agassi’den sonra büyük bir çöküş içine giren Amerikan erkekler tenisinde 2005 yılında gelen Davis Cup çok değerli. Ertem Şener olsaydı çölde bir vaha gibi derdi ya.. İşte öyle..

Zaten Davis Cup tarihini incelediğimizde bireysel olarak parlayan tenisçi veya tenisçilerin parladıkları yıllarda ülkeleri Davis Cup’ta bir yerlere gelmiş oluyor. Open Era’da özellikle bu göze çarpıyor. Yazıda daha önce de bahsettiğim gibi 80lerdeki İsveç dominasyonu Wilander ve Edberg’in başarıları, daha öncesinde İsveç’in ilk kupasını kazandığı 75 yılında 18 yaşındaki daha sonra efsaneleşecek Bjorn Borg’un performansı önemli yere sahip. Bjorn Borg 33 kez ile, arka arkaya en fazla tekler maçı kazanan isim ayrıca Davis Cup’ta.

Ardından 1980’de Ivan Lendl ile Çekoslavakya’nın kazandığı ilk Davis Cup, Boris Becker ve (Batı) Almanya’nın parlayışı, Agassi, Sampras, Chang ile ABD’nin tekrar yükselişi, Philippoussis ve Hewitt ile Avustralya’nın 2000’lerin başındaki yeniden doğuşu.... Buarada tanıma uymayan bir Arjantin var. 2000’lerin ilk çeyreği Arjantinliler turda oldukça başarılıydılar. Guillermo Coria, David Nalbandian, Gaston Gaudio, Guillermo Canas. İlk 10’da 4 tane Arjantinli olduğu dönemler oldu fakat Arjantin bu kupada bir türlü şampiyon olamadı. Bu istisna dışında tanıma uyuluyor ama.

İşte İspanya’da da 2000li yılların ilk yarısında Albert Costa ile başlayan kıvılcım, Juan Carlos Ferrero ve Carlos Moya gibi isimlerle devam etti. Şimdi ise bu bayrağı taşıyan isimlerin başında, gelmiş geçmiş en iyi İspanyol tenisçi olduğunu düşündüğüm Rafael Nadal geliyor. 2000’den 2009’a 5 final ve 3 şampiyonluk.

Geçtiğimiz sene ATP sıralamasına bakan bir insan ilk 25’te 6 tane İspanyol görebilirdi. Rafa Nadal, David Ferrer, Fernando Verdasco, Feliciano Lopez, Tommy Robredo ve Nicolas Almagro. Bu kalbürüstü oyuncular sayesinde İspanya son 2 senenin Davis Cup şampiyonu olarak göze çarpıyor. Bunlara eski topraklar Carlos Moya ve Juan Carlos Ferrero’yu da eklersek 2000’lerde İspanyol tenisinin - özellikle toprak kortta ve biraz da olsa sert zeminde – başarıya ulaşması kaçınılmaz oluyor.

Bu sene de ilk kupalarını Ivan Lendl döneminde kazanan Çekler’e karşı üstün bir oyun sergileyerek, kendi evlerinde ve kendi zeminlerinde 5-0 ile şampiyon oldu İspanyollar. Ve 4 Grand Slam’in yapıldığı ülkeleri saymaz isek en başarılı ikinci ülke oldular İsveç’ten sonra. Hatta Open Era’ya yani 68’den sonrasına bakarsak, Britanya ve Fransa’yı da geride bırakmış durumdalar. Yani Açık Çağ’ın en başarılı dördüncü ülkesi oldular. Hem de sadece 10 sene içinde.

ATP sezon sonu turnuvasında sıfır çeken Rafa Nadal’ın rakiplerine set vermemesi, ahı gitmiş vahı kalmış David Ferrer’in, Radek Stepanek gibi mücadeleci bir isim karşısında iki set geriye düşüp maçı çevirmesi, 5 sette kazanması, bu adamların toprakta ne kadar başarılı ve tehlikeli olduğunun bir göstergesi.

Gelecek sene ne olur tahmin etmek zor tabi. İlk turda İsviçre ile eşleştiler ve Roger Federer vitrininde eksik olan Davis Cup kupası için seneye oynacaktır. İspanya’nın işi zor gözüküyor çünkü Wawrinka ve Chiudinelli gibi isimler de mücadeleyi seven raketler. Sembol isimler bir ülkeye bu kupayı kazandırabilir. Del Potro seneye kupaya hasret Arjantin’i, Djokovic Sırbistan’ı, Federer İsviçre’yi bu kupayla tanıştırabilir.

Read more...
yasal uyarı (disclaimer diyor yabancı insanlar)

bu blogdaki fotoğrafların yüzde 99.9'u http://sports.yahoo.com adresinden alınmaktadır.. tüm hakları reuters, ap ve getty images'e aittir.. sanırım.. bu blog tarafsız bir tenis blogu değildir.. sevdiğim tenis oyuncularını kayırırım.. ama sevmediklerime hakaret etmem.. siz de etmeyin, çok ayıp.. yorum yazarken öyle tek cümlelik "saldır federer, vur kır nadal" tarzı yorumlarınızı yayınlamayacağımı göz önünde bulundurun.. merak ettiklerinizi ya da içinde cidden yorum bulunan yorumlarınızı göndermekten çekinmeyin.. tenisi sevelim.. boş alanlara kort dikelim.. teşekkürler..

ben olsam firefox 3küsür ve en az 1152x864 çözünürlükte dolanırım buralarda..

GÖRÜŞ VE ÖNERİLER

  © Blogger templates The Professional Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP