14 Eylül 2011 Çarşamba

star wars 7: what! the! fucckk!






Çok, çok eskiden
Uzak bir galakside...

Kim derdi ki George Lucas stüdyosuna geri dönecek ve milyonları peşinden sürükleyen Star Wars için son bir film daha çekecek. İyi ve kötü üzerine, güç ve elde edilen o gücün yanlış ellerde ne kadar tehlikeli bir silah olabileceği konusu üzerine temellendirilmiş bir eserin bu yedinci ve son bölümünde bu sefer iyi veya kötü taraf yoktu. Bu sefer o gücün nasıl katlanarak çoğaldığı, rekabetin her zaman ilerlemeye yol açacağı anlatıldı. Tek gösterimlik bu şaheseri kaçıranların hayatında her daim bir parça eksik kalacak.

Işın kılıçlarının yerini raketlerin, mind tricklerin yerini "vamos" ve "ajde"lerin aldığı; bir anda yanınızdan geçen tie-fighter'ların küçük tüylü sarı toplarla yer değiştiği bir dünyada, şu fizik sınırları içinde gerçekleşmesine imkan veremeyeceğiniz doğaüstülükte ve insan sınırlarının zorlandığı seviyede bir mücadelenin yaşandığı o muhteşem gece geride kaldı.

Beni bilgisayar desteği ile yapılmadığına inandıramayacağınız o Shaolin Soccer'vari ralliler esnasında ruhunu teslim eden insanların öteki tarafa yüzlerinde huzur dolu bir gülümseme ile gittikleri ve cennette yerlerinin hazır olduğu konusundaki söylentilere cevap veren ilahiyat profesörleri, daha önce hiçbir konuda anlaşamamış olmalarına aldırmayıp fikir birliğine vardı: "Mümkündür, olasıdır."

Novak Djokovic ve Rafael Nadal. Drama dozu tadında bırakılmış nefis bir tenis ziyafeti sundular bize. Tenisi sevmeyenlerin ya da yakından takip etmeyenlerin de anlayabilmesi açısından şöyle bir örnek verebilirim ki bu maç biz tenisseverlere, ergenlik döneminde gece yarısından sonra açtığımız Show TV'deki kırmızı nokta kadar, belki de daha fazla heyecan, mutluluk ve zevk verdi. Bu maç Emmanuelle'in uzay gemisinde sevişebilmesi fikrini Inceptionvari şekilde kafalara enjekte eden yaratıcılığın bile bir noktada "Oha lan oha" tepkisi vereceği güzellikler ile doluydu. 2011 Amerika Açık tek erkekler finali tam anlamıyla tenis pornosuydu.

Tek bir sporcunun bir müsabakada bu kadar iyi performans gösterdiği görülmemiş şey değil. Etkileşimli sporlarda bir müsabaka içerisinde tek taraflı dominasyon neticesinde oluşan şeye rakip için hezimet diyoruz. Ancak filenin karşısındaki rakip de kendini aşmaya başlarsa, diğer tenisçi bu mükemmel performansını da katlamak zorunda kalıyor. İşte bunun sonucunda çıkan şeye de epik maç diyoruz. 12 Eylül 2011 gecesi yaşadığımız bu olay, iki tenisçinin de kariyerinin en uç noktasına çıkması, aynı hizaya gelen gezegenler gibi binlerce yılda bir görülebilecek bir doğa olayı aslında.

Pazartesi gecesi bir sprinter 100 metreyi 9 saniyede koştu. Bir atlet sırıkla 7 metreyi geçti. Dünya Kupası finalinde bir takım son dakikaya 3-0 geride girdiği maçı 4-3 kazandı. Dört gol de rövaşata ile atıldı. Pink Floyd tekrar konser vermek için buluştu. Richard ve Syd de oradaydı. O gece insan ırkının, doğa ve fizik yasalarının sınırları zorlandı. Ne mutlu ki bu çağda yaşıyoruz, ne mutlu ki dünyanın en iyi üç tenisçisini aynı dönem içinde canlı olarak izleyebiliyoruz. Ne mutlu tenisseverim diyene!

Read more...

12 Eylül 2011 Pazartesi

serena'ya men çıkabilir


Maç içerisinde hepimizin de gördüğü o "Kemeeeeeeen" (Serena'ca Come On) olayı Serena'nın çirkin yüzü desem değil, aptal yüzü desem değil, şımarık yüzünü ortaya çıkarttı. Hindrance denilen bir kural var, oyunun gidişatını etkileyecek herhangi bir durumda oyunu durduruyor ve duruma göre oyun tekrarı ya da puan cezası veriyor.

Serena daha top iki kez yere değmeden ya da rakibine gelmeden diyeyim bağırarak rakibinin konsantrasyonunu bozdu. (Kendisi yaptığı vuruşu bir winner sanıyor ama Stosur o topa dokunmayı başarmıştı. Siz yine de uyandırmayın yazık). Bu, bir WTA turnuvasında olsa oyun tekrarı olacak. Ama Grand Slamler ITF'e bağlı ve ITF'te kural der ki:

"Eğer bir oyuncunun dikkati rakibinin kasıtlı bir hareketi ile dağılırsa, oyuncu puanı kazanır.

Eğer bu dikkat dağılması kasıtlı olmayan bir hareket veya oyuncular dışında bir etmenden gerçekleşirse puan tekrarlanır"

Serena bunu bilmeyerek (bilmediğini iddia ederek) hakem Eva Asderaki'ye itiraz etti. Tamam oyunun gerginliği ile itiraz etti. Fakat sonra bir oyun oynandıktan sonra sandalye arasında hâlâ devam ettirdi tartışmayı. Eva'ya 2009 Amerika Açık yarı finalinin hakemi  Engzell ile karıştırarak bir şeyler söyledi. (Her gördüğü sarışını dedesi sanıyor. Kendisini First Lady Obama ile karıştırsak, "zenciyiz diye bizi karıştırıyorlar" deyip ağlar).

Gördüğüm kadarıyla maçtan sonra hakemin elini sıkmadı Serena. Ve basın toplantısında özür dilemedi yaptıklarından dolayı. Ve dahası maçtan sonra koridorda yanından geçen Eva Asderaki'ye ona bakmamasını söylemiş ve "Ezik" ve "Özünde çirkin" demiş. Bu son dediğim söylenti, Tennis.com'da mikrofonlar onu böyle derken yakaladı diyor. Duymadan bir şey diyemem şimdilik.

Şimdi turnuva yetkilileri olayları inceliyor.

2009'daki olaylar nedeniyle gözetimde olan ve gözetimi bu turnuvada biten Serena'ya gözetimdeyken böyle bir olay yarattığı için men cezası gelebilir.

Read more...

grand sam


Son bir senede başına gelenlerden sonra çıkıp iki ayda Grand Slam'de dünya 1 numarasını yenerek final oynamak saçmalık. Öncelikle bunu belirteyim. Bunu kariyerinde ikinci kez yaptı Serena. Bu geri dönüş, finali kazanamasa da kanımca Clijsters'ınkinden daha büyük. Zira Clijsters iki sene tenis oynamamış olabilir ama sakatlıktan veya ölümcül bir hastalıktan dönmedi. Kafasında dönmeye hazırdı ve düzenli antrenman yapmaya aylar öncesinden başladı.

Serena'nın durumu ise farklı. İki ameliyat geçirdi, iç kanamaya bağlı emboli geçirdi. Zihinsel olarak yıprandı. Fiziksel olarak zayıfladı. Ne zaman geri döneceğini bilemiyordu. (Zihinsel olarak yıprandı dedim ama kokteylden kokteyle, Oscar'dan baloya koşmasını da biliyordu) Neyse netiecede döndü ve yaklaşık olarak herkesi yenerek final oynadı. Kaybetti. Kaybetmeyi bilmeden kaybetti. Halbuki zamanında Belçikalılar'ın ona kaybetmeyi öğretmiş olması gerekirdi.

Şımarık insan her yerde ve her zaman şımarık oluyor onu anlatırım bir sonraki postta. Şimdi Stosur'u tebrik etmek istiyorum önce.

Zamanında oynadığı finallerin çok büyük bir çoğunluğunda yenilmesi üzerine ismiyle de uyumlu olduğundan Karavana Sam (Yosamite Sam diye bir çizgi karakter vardı onun Türkçe adı bu) diye başlık atmıştım bir postta kendisine. Avustralyalı 2010'daki RG finalindeki halinde çok uzaktaydı bugün. Ondan beklemediğim derecede konsantreydi ve ne istediğini biliyordu. Bu isteği için ne yapması gerektiğini de.

Servisleri çalıştı, return oyunu muazzamdı (bunda Serena'nın servislerinde bir türlü ritim bulamamasının etkisi büyük). Etkili servis, forehand ve file oyunu ona maç içerisinde özgüven de verdi. 2009'a kadar çiftlerde daha iyi olan ve teklerde sadece bir Grand Slam'de dördüncü tur görebilen Stosur iki yıl içinde zafere ulaştı.

Stosur'un 2007'de geçirdiği Lyme Hastalığı şimdiki çıktısına baktığımızda "iyi ki de olmuş" denilebilecek kötülükler arasındaki yerini alabilir aslında. Kariyerinin her an sonlanabileceğinin farkına varan Avustralyalı teklere yöneldi ve yavaş ama emin adımlarla kupa yolunu çıktı.

Read more...
yasal uyarı (disclaimer diyor yabancı insanlar)

bu blogdaki fotoğrafların yüzde 99.9'u http://sports.yahoo.com adresinden alınmaktadır.. tüm hakları reuters, ap ve getty images'e aittir.. sanırım.. bu blog tarafsız bir tenis blogu değildir.. sevdiğim tenis oyuncularını kayırırım.. ama sevmediklerime hakaret etmem.. siz de etmeyin, çok ayıp.. yorum yazarken öyle tek cümlelik "saldır federer, vur kır nadal" tarzı yorumlarınızı yayınlamayacağımı göz önünde bulundurun.. merak ettiklerinizi ya da içinde cidden yorum bulunan yorumlarınızı göndermekten çekinmeyin.. tenisi sevelim.. boş alanlara kort dikelim.. teşekkürler..

ben olsam firefox 3küsür ve en az 1152x864 çözünürlükte dolanırım buralarda..

GÖRÜŞ VE ÖNERİLER

  © Blogger templates The Professional Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP