star wars 7: what! the! fucckk!
Çok, çok eskiden
Uzak bir galakside...
Kim derdi ki George Lucas stüdyosuna geri dönecek ve milyonları peşinden sürükleyen Star Wars için son bir film daha çekecek. İyi ve kötü üzerine, güç ve elde edilen o gücün yanlış ellerde ne kadar tehlikeli bir silah olabileceği konusu üzerine temellendirilmiş bir eserin bu yedinci ve son bölümünde bu sefer iyi veya kötü taraf yoktu. Bu sefer o gücün nasıl katlanarak çoğaldığı, rekabetin her zaman ilerlemeye yol açacağı anlatıldı. Tek gösterimlik bu şaheseri kaçıranların hayatında her daim bir parça eksik kalacak.
Işın kılıçlarının yerini raketlerin, mind tricklerin yerini "vamos" ve "ajde"lerin aldığı; bir anda yanınızdan geçen tie-fighter'ların küçük tüylü sarı toplarla yer değiştiği bir dünyada, şu fizik sınırları içinde gerçekleşmesine imkan veremeyeceğiniz doğaüstülükte ve insan sınırlarının zorlandığı seviyede bir mücadelenin yaşandığı o muhteşem gece geride kaldı.
Beni bilgisayar desteği ile yapılmadığına inandıramayacağınız o Shaolin Soccer'vari ralliler esnasında ruhunu teslim eden insanların öteki tarafa yüzlerinde huzur dolu bir gülümseme ile gittikleri ve cennette yerlerinin hazır olduğu konusundaki söylentilere cevap veren ilahiyat profesörleri, daha önce hiçbir konuda anlaşamamış olmalarına aldırmayıp fikir birliğine vardı: "Mümkündür, olasıdır."
Novak Djokovic ve Rafael Nadal. Drama dozu tadında bırakılmış nefis bir tenis ziyafeti sundular bize. Tenisi sevmeyenlerin ya da yakından takip etmeyenlerin de anlayabilmesi açısından şöyle bir örnek verebilirim ki bu maç biz tenisseverlere, ergenlik döneminde gece yarısından sonra açtığımız Show TV'deki kırmızı nokta kadar, belki de daha fazla heyecan, mutluluk ve zevk verdi. Bu maç Emmanuelle'in uzay gemisinde sevişebilmesi fikrini Inceptionvari şekilde kafalara enjekte eden yaratıcılığın bile bir noktada "Oha lan oha" tepkisi vereceği güzellikler ile doluydu. 2011 Amerika Açık tek erkekler finali tam anlamıyla tenis pornosuydu.
Tek bir sporcunun bir müsabakada bu kadar iyi performans gösterdiği görülmemiş şey değil. Etkileşimli sporlarda bir müsabaka içerisinde tek taraflı dominasyon neticesinde oluşan şeye rakip için hezimet diyoruz. Ancak filenin karşısındaki rakip de kendini aşmaya başlarsa, diğer tenisçi bu mükemmel performansını da katlamak zorunda kalıyor. İşte bunun sonucunda çıkan şeye de epik maç diyoruz. 12 Eylül 2011 gecesi yaşadığımız bu olay, iki tenisçinin de kariyerinin en uç noktasına çıkması, aynı hizaya gelen gezegenler gibi binlerce yılda bir görülebilecek bir doğa olayı aslında.
Pazartesi gecesi bir sprinter 100 metreyi 9 saniyede koştu. Bir atlet sırıkla 7 metreyi geçti. Dünya Kupası finalinde bir takım son dakikaya 3-0 geride girdiği maçı 4-3 kazandı. Dört gol de rövaşata ile atıldı. Pink Floyd tekrar konser vermek için buluştu. Richard ve Syd de oradaydı. O gece insan ırkının, doğa ve fizik yasalarının sınırları zorlandı. Ne mutlu ki bu çağda yaşıyoruz, ne mutlu ki dünyanın en iyi üç tenisçisini aynı dönem içinde canlı olarak izleyebiliyoruz. Ne mutlu tenisseverim diyene! Read more...