4 Aralık 2009 Cuma

en çok google'lanan isimler

Bu sene Google'da en çok aranan tenis oyuncularının listesi şöyle:

1. Roger Federer
2. Serena Williams
3. Rafael Nadal
4. Maria Sharapova
5. Anna Kournikova
6. Venus Williams
7. Andre Agassi
8. Kim Clijsters
9. Dinara Safina
10. Monica Seles

Read more...

3 Aralık 2009 Perşembe

melis sezer'in büyük başarısı

Bollettieri Spor Akademisi'nde düzenlenen Eddie Herr Junior turnuvasında 16 yaşındaki Melis Sezer üçüncü tura yükseldi ve Avustralya Açık 2010 Junior turnuvasına ana tablodan katılma hakkı kazandı. Bunu başaran ilk Türk sporcu oldu Melis.

Turnuva ana tablosuna "şanslı kaybeden" olarak katılmasına rağmen ilk turda Blanka Szavay'ı iki sette geçen Melis, bugün de Ukraynalı Elina Svitolina'yı 3 saat 20 dakika süren zorlu bir maç sonunda 6-3, 2-6 ve 7-6(5)'lık setlerle yenerek üçüncü turu gördü. Rakibi ise 3 numaralı seribaşı Daria Gavrilova. Rus raket Fransa Açık Juniorlarda final oynamıştı bu sene.

Melis, son olarak ekim ayında Dubai'de bir turnuva kazanmıştı.

Eddie Herr Junior turnuvasının tablosuna buradan ulaşabilirsiniz..

Read more...

foto: don corleone

Read more...

davis cup'ta ilk gün


Yarın final programının ilk maçları oynanacak.
Rafael Nadal - Tomas Berdych
David Ferrer - Radek Stepanek

Vallahi Nadal'ın şu performansından sonra ilk gün sonunda 2-0 Çek Cumhuriyeti sonucu çıkarsa şaşırmam ama. Fernando Verdasco'nun hafif sakatlığı bulunduğundan, İspanya kaptanı Albert Costa onu riske etmeyerek David Ferrer'i oynatıyor Çekler'in 1 numarası karşısında. Verdasco, cumartesi günü Feliciano Lopez ile partner olacak ve çiftlerde mücadele edecek. Maçlar tsi 17:00'da başlayacak. Pazar günü ise ilk günkü maçların çaprazı oynanacak tsi 12:00'da.

Read more...

mauresmo da bıraktı

İki kez Grand Slam şampiyonu Mauresmo aktif tenis kariyerini noktaladığını açıkladı az önce. Bir all-arounder daha ayrıldı tenis dünyasından.

Read more...

veteranlar royal albert hall'da

Veteranları buluşturan AEGON Masters turnuvası Londra'da Royal Albert Hall'da gerçekleşiyor. Pat Rafter'dan Yunus ElAynaoui'ye, Goran Ivanisevic'ten Mansur Behrami'ye kadar bir çok isim var. Bu turnuvalar gayet eğlenceli geçer. Turkcell Legends Cup'ta mesela Pioline'in hakem sandalyesini sallaması falan güzeldi. 2009'da yapılmadı nedense. 2001 Wimbledon'ın finalinin rövanşı niteliğinde olacak Ivanisevic - Rafter maçı 5 Aralık Cumartesi.

http://www.aegonmasterstennis.com/schedule.asp

Mansur Behrami'yi aslında Facebook'ta dolaşan Becker'i madara eden Urfalı isimli videodan tanıyor olabilirsiniz. Kendisi İranlı. 88 yılında bir gösteri maçı ama kendisi ortada madaralık bir şey yok.

Read more...

2 Aralık 2009 Çarşamba

Emre Yazıcıol: Against All Odds

Onur sağolsun beni Avusturya-Macaristan arşidükasına denk sayma konusunda ısrarcı. Yalnız Franz Ferdinand denince benim aklıma daha ziyade Britanyalı rock gruplarından Alex Kapranos’un Franz Ferdinand’ı geliyor. Ve tabii Jacqueline, (Eurosport tanıtımlarında da kullanılan) Take Me Out gibi güzel şarkılar... Garip bir tesadüf bu, çünkü konumuz 2009 ATP Masters şampiyonu Nikolay Davydenko ve Davydenko, görünüş itibariyle bir tenis oyuncusundan ziyade yeni dönem “Britanya rock” grubu solistini hatırlatmıştır bana her zaman. Coldplay’den Chris Martin, Radiohead’den Thom Yorke, Travis’ten Fran Healy gibi adamlardan bahsediyorum. Hani “Kolya” diye bir grup kurup abisi Eduard’ı da alsa yanına, yine Radiohead’den Colin Greenwood – Jonny Greenwood misali abi kardeş tıngırdatsalar; “İrina” diye bir şarkıyla listelere hızlıca giriş yapsalar falan şaşırmam.

Acaba rock yıldızı olup seyircileri coşturmayı hiç hayal etti mi Nikolay bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da geçen hafta oynadığı inanılmaz tenisle O2 Arena’ya gelen seyirciyi coşturduğu gerçeği. O2 Arena’yı geçen sene bu zamanlarda Coldplay ve Muse coşturuyordu, böyle de bir durum söz konusu tabii.

Şampiyonluğa değinmeden önce, birkaç noktanın altını çizmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. İlk olarak, Davydenko için Masters Kupası’na gidebilmek bile büyük bir başarıydı. Çünkü Rus raket, Chennai’de nükseden sol topuğundaki sakatlık sebebiyle, Avustralya Açık da dahil olmak üzere sezonun ilk iki ayını televizyondan takip edebildi. Şubat ayında geri döndükten sonra, kuvvetli olduğu toprak kortta her ne kadar fena olmayan bir görüntü sergileyip Roland Garros’ta da çeyrek final yapsa da, tam olarak toparlanması ancak Wimbledon sonrası mümkün oldu. Hamburg, Umag, Kuala Lumpur ve özellikle de 1000’lik turnuvalardan Shanghai’daki şampiyonluklarla hem sondan bir önceki Londra biletini almayı başardı –ki Grand Slamler’deki hayal kırıklığı ve iki aylık zorunlu istirahat göz önüne alınınca bu ciddi bir olay- hem de herkese “Dikkat!” mesajı yolladı. Ne var ki, ne rakipleri, ne tenis medyası ne de sen-ben bu mesajı okuyamadık.

Bunun için kimsenin kendisine çok da fazla zulmetmesi gerekmiyor elbette. Çünkü, Davydenko’nun, daha evvelden de hayli eli sıcak gittiği büyük turnuvalar oldu ve hep bir noktada tıkanıp kaldı. Kâh Estoril’de final, Monte Carlo’da yarı final oynayıp Portschach’da şampiyon olduktan sonra gittiği 2008 Roland Garros’taki 3. Tur oldu o nokta, kâh geçen seneki Masters Kupası’ndaki final… Bazen ne denli yakın duruyor gibi gözükse de büyük kap kacağa, oraların adamı olamadı zihinlerde hiçbir zaman, yakın zamana kadar kendi zihninde bile belki de.

Buna mukabil, ATP Masters Kupası’na, pek çok açıdan en iyi durumda gelen oyuncu olmasına rağmen, bahis şirketlerinin, Verdasco ve Söderling’den sonra en az şans tanıdığı isimdi Kolya. “Moskova’da ev satın almak istiyorum ama şu kazandığım meblağ yeterli değil. Bilseydim kendime bahis oynar ve paramı da katlardım.” diye bir açıklama yaptı hatta zaferi sonrasında. Tabii mutluluğun verdiği sarhoşlukla komik olayım derken ağzından çıkan şu cümlenin orta yerinde “ Eyvahlar olsun” dediğine bahse girerim. 2,5 eyvah üstü de düşünülebilir geniş kuponlarda.


Ehh, bir şekilde bahse geliyor laf ister istemez, konu Davydenko olunca. 2007 Sopot’taki Martin Vasallo Arguello maçında yaşananlar sonrası açılan soruşturmayla 1,5 yılı kabusa dönen, eşinin, abisinin telefon kayıtlarına varıncaya kadar didiklenen ve işte oralardan gelip de 28’inde bu patlamayı yapan bir tenis emekçisinden “bahsediyoruz”. 2005’ten beridir ilk 10 oyuncusu olmasına rağmen halihazırda raket sponsoru yok. “ Global mali kriz var ve Prince de tüm parayı Sharapova’ya veriyor.” diyor. Kıyafet sponsorluğu için de Adidas ya da Nike gibi büyükler hiçbir zaman onun kapısını çalmadı. Düşündüklerini bile sanmıyorum. İşin aslı şu; ticari firmalar ürünlerinin tercih edilmesi için “süper kahramanlara” ihtiyaç duyuyor. Bir süper kahraman da iyi gözükmelidir değil mi? Biz insanlar bunu talep ediyoruz çünkü. (Konu hakkında daha geniş bilgi için Chuck Palahniuk’un Gösteri Peygamberi [Survivor] kitabını tavsiye ederim.) Davydenko, 1.78’lik boyuyla ilk 10’daki en kısa oyuncu. Sıska, çelimsiz ve saçları her yıl daha da azalıyor. İmajın her şey olduğu şu devirde de Nikolay’ın istikrarı ve başarıları da fazla bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki. Daha acı olansa, ticari firmalar için geçerli olan bu prensibin ATP ve WTA’de de karşımıza çıkması. Onlar da mallarını pazarlayabilmek için barbi bebeklere ve filinta delikanlılara sarılıyor ve her vesileyle kamuoyuna bu algıyı pompalıyorlar. Bu da, sporu yöneten temel kurumların, adaleti ve fırsat eşitliğini sağlayıcı, düzenleyici ve birleştirici üst merci kimliklerini kaybedip devasa ticarethanelere dönüştüklerinin en açık delili.

Davydenko’nun kazanması, en azından şu sağlıksız ve sığ düzene vurulacak bir fiske olacağı için beni memnun ederdi her halükarda. Ama maçları izledikten sonra, her zaman hak edenin kazanmasını isteyen biri olarak, başkası kazansa Kolya için üzülürdüm. Bu kadar üst seviye tenisi, dünyanın en iyileri karşısında bir haftaya yaymak, ilk 5’in 4’üyle oynayıp 3’ünü yenmek ve Wimbledon’dan ötürü, tenis kariyerinin her yıl temmuz ayında düzenli olarak dibe vurduğu Londra’da yeniden doğmak… Buna ya “Davai” ya da “Nazdarovya” denir herhalde. ( Başka bir şey denecekse de ben diyemem zira bildiğim Rusça bundan ibaret. Bir de ”Privet” var merhaba anlamına gelen ama sanmıyorum ki işe yarasın)

Umuyorum ki, şu şampiyonluk, Kolya’ya, hak ettiği saygıyı kazanma yolunda bazı kapıları açar. Düğününün ertesi günü antrenman yapmış bir oyuncu olarak, fiziki dezavantajını çok çalışarak kapatan bir istikrar abidesi olarak çok şeyler ispatladı şu ana dek çünkü. Federer ya da Nadal boyutlarında bir şöhret değil ama hiç değilse ülkesi Rusya’da biraz daha popüler olmak istediğini söylüyor kendisi. Haydi inşallah diyelim.


Haa unutmadan, Master Kupası boyunca, Londra’da çıktığı akşam yemeklerinde, tek bir Allah’ın kulu “Privet” deyip imza istememiş Nikolay’dan…

Emre Yazıcıol

Read more...

1 Aralık 2009 Salı

blue is the color

Read more...

ırk ayrımcılığına karşı vazgeçilen kupa

Davis Cup finalinin yaklaştığı şu günlerde ilginç bir hikayeden bahsedelim.

1974 yılında bir sporsever Davis Cup tarihine baktığında 1936'dan o yana bu kupanın sadece iki ülke tarafından kazanıldığını görüyordu. Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya yaklaşık 40 yıl boyunca Davis Cup'ı hegemonyası altına almışlardı. Hatta ve hatta İkinci Dünya Savaşı nedeniyle 40-45 tarihleri arasında düzenlenmeyen turnuvada 46 ile 60 yılları arasında final hep bu iki ülke arasında oynanmış, 1960'da İtalya araya girip "Inter-Zonal Bölge" finalinde Birleşik Devletler'i 3-2 yenerek bu 15 yıllık seriyi bozmuştu. Fakat şampiyon yine Avustralya olmuştu.

İşte 74 yılında bir şeyler değişecekti. ABD "Kuzey ve Orta Amerika Bölgesi" finalinde Kolombiya'ya şok bir şekilde elendi. Kolombiya, "Güney Amerika Bölgesi"nden gelen Güney Afrika ile (ne alaka ben de bilmiyorum ama o zamanki sistemi hala çözebilmiş değilim) "Inter-Amerika Bölgesi" finalinde karşılaştı. Güney Afrika bu mücadeleyi kazandı ve "Inter-Zonal Bölge" yarı finalinde "Avrupa-B Bölgesi"nden gelen İtalya’yı da geçerek finale yükseldi.

Yarı finalin diğer ayağında "Avrupa-A Bölgesi"nden gelen Sovyetler rakibini bekliyordu. Rakibi, "Doğu Bölgesi" finalistleri Hindistan ya da "kronik şampiyonlardan" Avustralya olacaktı. Tarihe geçecek bir final, tarihin en çok oyununun oynandığı eşleşme sonrası Hindistan Avustralya’yı geçerek Sovyetler ile oynamaya hak kazandı.

Sovetler'i rahat geçen Hindistan tarihinde ikinci kez Davis Cup finaline çıkmıştı ve tarihinde ilk kez Davis Cup finalinde mücadele edecek olan Güney Afrika ile karşılaşıp ilk kez şampiyon olmak isterlerdi. Ama böyle bir şey olmayacaktı.

Güney Afrika’nın ırk ayrımcılığı yasası nedeni ile Hindistanlı oyuncuların finali görme sevinci pek uzun sürmedi. Final Güney Afrika’da yapılacaktı ve Güney Afrika "beyaz olmayanlar" hakkındaki anayasal düzenlemeleri ile bütün dünyanın antipatisini kazanmış bir ülkeydi. Beyaz olmayan herkesi ikinci sınıf vatandaş olarak gören bu düzenleme ile Güney Afrikalı beyazlar "kendinden" olmayanları neredeyse kölelik ile eşdeğer bir statüye koyuyorlardı.

Dönemin Hindistan Başbakanı Indira Gandhi (ki kendisi Hindistan’ın ilk kadın başbakanıdır) takımın Güney Afrika’ya gitmeyeceğini ve takımı Davis Cup finalinden çektiğini açıkladı. Bu karar Güney Afrika’yı şampiyon yaptı. Hindistan’ın şampiyonluğa bu kadar yaklaşmışken ayrımcılığı boykot etmesi spor tarihindeki en erdemli duruşlardan biri olarak dikkat çekiyor. Ancak sporun içine siyaset karıştırılmaması gerektiğini düşünenler de var. Gandhi’nin verdiği bu karar hala tartışılmakta.

74 Güney Afrika takımının oyuncularından Frew McMillan, "Güney Afrika’nın politikasına karşı çıkan devlet yönetimlerini anlıyorum ki ben de karşıydım. Ancak ben siyaset yapan biri değil, bir sporcuydum" diyerek kararı eleştiriken Ray Moore ise Hindistan’ın verdiği kararın doğru olduğunu söylüyor. "Eğer daha çok ülke Güney Afrika’yı boykot etseydi bu ayrımcılık yasası daha erken kalkardı."

Finale kadar çıkıp eli boş dönen Hint oyuculardan iki kardeş de farklı düşüncedeler. Anand ve Viyaj Amritraj kardeş olsalar da turda birbirlerine rakiptiler. İki yaş büyük olan Anand, "Büyüyene kadar ben Viyaj’dan daha iyiydim fakat 1973’te bir patlama yaptı ve ben arkada toz yutan oldum" diyor. Boykot hakkında ise "Bence hatalı bir karardı, Davis Cup’ı kazanmaya bu kadar yaklaşmışken elimizle verdik" şeklinde konuşuyor. Kardeşi Viyaj ise, "Bir sporcu olarak üzüldüm ama bir vatandaş olarak ülkemin verdiği doğru kararla gurur duyuyorum" diyor.

Güney Afrikalı tenis oyuncuları bile ülkelerindeki bu rezil yasayı protesto etmek için girişimlerde bulunuyorlardı. Zamanın bir numaralı Güney Afrikalı tenisçisi Cliff Drysdale, 1974 yılında bir adet Davis Cup maçı oynayıp takımı terk etti ve vatandaşlıktan çıktığını açıkladı. Yaptığı açıklamada, turnuvalara giderken "istenilmeyen misafir" titri ile karşılanmaktan yorulduğunu dile getiren tenisçi, "Kabul edilemez bir yönetime sahip bir ülkeyi temsil etmekten bıktım" diyordu.


Johan Kriek ise 1981’de Avustralya Açık’i Güney Afrika vatandaşı olarak kazandı. Bir sonraki sene kazanan yine Kriek’ti ancak Amerika Birleşik Devletleri bayrağı altında.

Güney Afrika o sıralar sadece teniste değil sportif anlamda bir çok organizasyonda istenmiyordu. 1964’ten 1992’ye kadar Olimpiyat Oyunları’na katılmaları yasaktı. Güney Afrika’daki bu ayrımcılık yasası 1994’te resmen kaldırıldı ve ülkeye sportif anlamda uygulanan ambargolar da bir bir yok oldu.

http://en.wikipedia.org/wiki/1974_Davis_Cup
http://en.wikipedia.org/wiki/Apartheid
http://en.wikipedia.org/wiki/Sporting_boycott_of_South_Africa
http://www.nytimes.com/2009/11/29/sports/tennis/29davis.html?ref=tennis

Read more...

kazanan yok

Ödüllü yarışmanın kazananı çıkmadı. Şimdi ödülü kime vermek istesem haksızlık olacak (Yahu duyan da Federer'in imzalı raketini veriyorum sanacak). Tabi herkes Federer - Djokovic yazınca böyle oldu. Yuri Gagarin aslında bir finalisti doğru bilmiş (Uzaydan biraz daha iyi görülüyor sanırım :)) ama çok yetersiz. Bildiği finalist Davydenko olsa ve kazanana da Davydenko yazmış olsaydı keşke. Sıfır çeken adamın kazanacağı tahmininde bulunmuş:)

-------
yuri gagarin, 15 Kasım 2009 Pazar 19:50

jm del potro - fernando verdasco
fernando verdasco
43
-------

Read more...

rekor ama yetersiz


Serena Williams, Amerika Açık yarı finalinde çizgi hakemin üzerine yürüyüp, hakemi tehdit ettiği maç için rekor bir cezaya çarptırıldı. 82.500 Amerikan doları ödeyecek Amerikalı tenisçi. Ancak iki yıl içerisindeki Grand Slam'lerde böyle agresif bir hareket yaparsa cezası iki katına çıkacak ve Amerika Açık'tan men edilebilecek.

Bir kere para cezası yetersiz. Böyle disiplinsiz bir davranışın cezası daha büyük olmalıydı. Manevi anlamdaki cezası da yetersiz, hatta yok. 2 yıl içinde sakin olması bütün turnuvalara katılmasını sağlayacak. Ve ayrıca neden 2 yıl?

2 yıl içinde hakeme tekrar küfretmesi ile 3 yıl sonra 10 yıl sonra yapmasının arasındaki fark ne? Sonuçta ikinci kez yapılmış bir hata olacak.

Sırf Afrikalı-Amerikalı diye bir dönem "a" desek, "Irkçılk yapıyorlar hanıııım, vay başımıza gelenler" diye dellenen babası ve kendisinin, sırf bir süper-star diye, statü olarak kendinden çok aşağılarda olan gariban bir çizgi hakemine ağzına geleni söyleyip olaydan azıcık bir maddi ve sıfır bir manevi ceza alarak yırtması akil değil. Adil hiç değil.

Read more...

30 Kasım 2009 Pazartesi

wtf 2009: şampiyon kolya

Nikolay Davydenko d. Juan Martin del Potro 6-3/6-4

İş temposu nedeni ile eve 00:45'te girdiğim için ve maçı da zaten izlemediğim için bir şey yazamıyorum. Ama size güzel bir haberim var. Az önce Emre Yazıcıol ile konuştum, haberler iyi. Bloga harika yazılarından birini yazma inceliğini gösterdi. En kısa zamanda turnuva hakkındaki yazısı ile blogda olacak. Emre Yazıcıol'u siz Eurosport'un tenis, snooker ve yüzme anlatan spikeri olarak biliyorsunuzdur mutlaka. Kendisi benim için ise bir nevi Franz Ferdinand'dır (Allah gecinden versin :)). Merakla bekliyorum yazısını.

Read more...

29 Kasım 2009 Pazar

wtf 2009: kılıçla hayatta kalan kılıçla ölür

Eller havaya kalkar, istavroz çıkartılır, gökyüzüne öpücük gönderilir ve saçtaki bant çıkartılıp fileye doğru yol alınır...

Juan Martin Del Potro adlı takip etmeye başladığımdan beri gelecekte 1 numarada bolca oturacağına inandığım Arjantinli bugün Robin Söderling'i devirerek adını finale yazdırdı. Maç hakkında söyleyebileceğim şeylerden ilki izlediğim sıkıcı maçlardan biri olduğu.

Maça sıfıra karşı kazandığı oyun ile başlayan Söderling maçın gidişatı hakkında daha ilk oyundan fikir veriyordu. "Servislerim ile maçı alacağım." Fakat Del Potro ilk setin üçüncü oyununda bulduğu 3 servis kırma şansı ile buna izin vermeyeceğini çıtlatsa da Söderling buradan oyunu çevirdi. Arjantinli'nin de servis oyunun Söderling'inkinden aşağı kalır yanı yoktu. Kendi servis attığı oyunu rahat alan Juan, servis karşıladığı ilk setin 5. oyununda da bir kez servis kırma şansı yakaladı ama değerlendiremedi. Bu, ikinci setin ortalarına kadarki en son servis kırma şansıydı.

Del Potro üst üste 2 kez sıfıra karşı servis aldı ancak bir türlü rakibinin servisini kıramadı. Set tie-break'e gitti ve çok ama çok kötü bir servis performansı izledik Del Potro'dan. İlk set 7-6 Söderling'in oldu. İlk setin dikkat çekici istatistiklerinden biri Del Potro'nun hiç fileye gelmemiş olmasıydı.

İkinci set yine sıkıcı başladı. Rallisiz bir maç balkonsuz eve benziyormuş bunu anladım. İki taraf da etkili servisler atınca ya ace oluyor, ya karşılayan ancak dokunabiliyor ya da return etkisiz oluyor çoğunlukla işte. Yapacak bir şey yok. 6. oyunda ikinci setteki ilk servis kırma puanını yakalayan Del Potro bundan yararlanamadı. Daha ilginci maçtaki ilk drop-shot ikinci setin 8. oyununda Del Potro'dan geldi. Açıkça görülüyor ki Del Potro bir şeyler yapmaya çabalayandı maç boyunca. Aynı oyunda servis kırma şansı yakalayan Arjantinli bu sefer başarılı oldu ve maçtaki altıncı servis kırma şansında ilk kez servis kırdı. Ardından kendi servis attığı oyunu da alarak ikinci seti 6-3 ile hanesine yazdırdı.

İkinci set istatistiklerine baktığımızda,
Söderling'in 11/12'lik winner/basit hata oranına karşılık Del Potro'nun 9/2'lik oranı görülüyor. Ayrıca İsveçli'nin ikinci servislerinden puan çıkarma oranı %29, Del Potro'da bunun iki katı.

Üçüncü set biraz daha hareketliydi en azından 2 servis kırma gördük. 6. oyunda Söderling maçta bulduğu tek servis kırma puanını geri çevirmedi. Ama hemen ardınan Del Potro'dan cevap geldi. Böyle böyle tie-break'e gitti karar seti de.

Bu sefer kötü olan taraf Söderling'ti. Servisleri istediği gibi gitmedi. Del Potro tie-break'i 7-2 kazandı ve finale çıkan taraf oldu. Matta'da geçen bir söz vardır: "Kılıcı çekenler, kılıçla ölür.." Buna paralel olarak, yine batı felsefesinden "Kılıçla hayatta kalan kılıçla ölür" şeklindeki söz, Söderling'in durumunu açıklıyor aslında. Maçın başından sonuna kadar sadece mükemmel servis kullanarak hayatta kalıyorsan işler bir anlığına kötü gider de kötü servis atmaya başlarsan ve de rakibin hala mükemmel servis atıyorsa yenilmen kaçınılmazdır.


Maçtan aklımda kalan en önemli puanlar ise üçüncü setin dördüncü oyunundaydı. Del Potro arka arkaya nefis sayılar aldı.. Anlatamam zira anlatılmaz izlenir. Videosunu bulur bulmaz paylaşıcam.

Bu sonuçla iki gruptan da birinci çıkanlar elendiler. İkincilerin zaferi oldu.

Read more...
yasal uyarı (disclaimer diyor yabancı insanlar)

bu blogdaki fotoğrafların yüzde 99.9'u http://sports.yahoo.com adresinden alınmaktadır.. tüm hakları reuters, ap ve getty images'e aittir.. sanırım.. bu blog tarafsız bir tenis blogu değildir.. sevdiğim tenis oyuncularını kayırırım.. ama sevmediklerime hakaret etmem.. siz de etmeyin, çok ayıp.. yorum yazarken öyle tek cümlelik "saldır federer, vur kır nadal" tarzı yorumlarınızı yayınlamayacağımı göz önünde bulundurun.. merak ettiklerinizi ya da içinde cidden yorum bulunan yorumlarınızı göndermekten çekinmeyin.. tenisi sevelim.. boş alanlara kort dikelim.. teşekkürler..

ben olsam firefox 3küsür ve en az 1152x864 çözünürlükte dolanırım buralarda..

GÖRÜŞ VE ÖNERİLER

  © Blogger templates The Professional Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP