miami: siyah kuğu
Dün gece tenis geçmişimin en trajik maçlarından birine tanık oldum. Kendi adıma bu kadar kalbimin kırıldığını hatırlamıyorum diyebilirim.
Her şey o yağmurla başladı aslında. Pazartesi gecesi oynanması gereken maç düne ertelendi. Dün de yağmur rahat vermeyince sıkışan programda Ana-Kim maçı iki numaralı korta alındı. Günlerdir beklediğim eşleşme yayınlanmayacak ve ben internetten link dahi bulamayacaktım. Neden günlerdir bekliyordum? Çünkü Ana tam patlama yapacağı sırada karşısına hep Clijsters çıkıyordu ve ben bu sefer Belçikalı'nın yenilen tarafta olacağından emindim.
Cine 5'in şifreli yayınından meme ucu görmeye çalışan ergen gibi geçtim canlı skor ekranının başına sayıları izlemeye başladım.
Başa baş giden ilk seti Clijsters aldı. Ana iki kez mini-break çevirmeyi başardı. Ancak son iki servisini kaptırınca seri vermiş oldu. İkinci sette ise servis kırma avantajıyla sürdürdü seti ve son oyunda bir kez daha servis kırarak AJDE dedirtti.
Son setten ise nasıl bahsedeceğimi bilemiyorum. Orada olup, hani o anı yaşamanız lazım. Ana arka arkaya servisler kırarak 5-1 öne geçti. Kim servis atarken de 0-40'ı yakaladı. Üç maç puanı. Burada zafer şarkılarını çoktan söylemeye başlamıştım. Kim olsa söylerdi orada. O maç bitmiştir artık çünkü. Öyle olması gerekirdi. Clijsters önce üç puan üst üste aldı. Ana bir dördüncü şans buldu. Onu da değerlendiremedi. Servisine tutundu Clijsters.
"Olsun canım double-break avantajımız var. Zaten Ana servis atacak şimdi bitirir maçı."
Ama Clijsters her puanda güveninin üzerine Petronas Kuleleri dikerken, Ana her geçen saniye yıkıldı yıkılacak İkiz Kuleleri andırıyordu. Bunu canlı skor ekranından dahi görebiliyordunuz. Ana'yı azıcık biliyorsan, orada olmana gerek yok. Clijsters Ana'nın servisini kırdı ve sonra kendi servisine tutundu. 5-4.
"Olsun şimdi Ana servis kullanacak. Burada defteri dürer."
Dürümü sardırsam mı burada mı yesem? Ana maç puanı bulamadan servisini kırdırdı. Sonra Belçikalı servisine tutundu. 5-6. Alfred Hitchcock'un ulaşamadığı mertebede bir gerilim. En kötüsü de bir şey yapamamak. Maçı izleyememek. Neyin yanlış gittiğini görememek. Koçu olup da iki cesaretlendirici konuşma yapamamak.
İçindeki siyahlık her geçen saniye günyüzüne çıkan, o kötü ve amaçsız tarafı bedenini, ruhunu, vuruşlarını ve güvenini ele geçiren Kuğu'm çırpınıyordu. Hayır, pardon, çırpınamıyordu bile. Damarlarında oksijen yerine panik dolaşırken ve ben tedirginlikten gözlerimi kapatıp skora dahi bakamazken servisine tutunarak seti tie-break'e götürdü.
Ve işte şimdi kreşendo. Clijsters 4-0 öne fırladığında içimden kopan parçalar skor 4-4'e geldiğinde tekrar birleşmeye çalışadursun bu sefer mutlu son olmayacağından emindim. Işık varsa umut da vardır derler ya. Miami bir kara delikti. O yüzden emindim ve Clijsters kazandı... Ve mükemmel de değildi hiçbir şey.
Maç bittikten sonra hissettiğim mutlak sessizliği Beethoven'ın 7. Senfonisi bile bozamayacaktı. "Düşüş" bu sefer felaketti. Read more...