21 Mayıs 2011 Cumartesi
rg 2011: silahşörler kupası yolu taştan
Erkeklerde durum belirgin. Bu sezon Federer'in dışarıda kalmasıyla rol çalan Novak Djokovic, Rafael Nadal ile yeni bir ezeli rekabetin de temellerini sağlamlaştırdı. 2011 yılı, Haziran ayına kadar Djokovic ve Nadal'ın dansıydı. Kelebek gibi uçan, arı gibi sokan hep Nole oldu. Dilerseniz tablonun en üstünden altına bir göz atalım eşleşmelere.
Rafa Nadal burada 39 maç oynadı ve yalnızca bir mağlubiyeti var. İlk turdaki rakibi toprak kortla sanki eski sevgililermişçesine küs olan John Isner. Uzun Isner Efendi, Wimbledon'daki uzun maçı arayacaktır. İspanyol tenisçiyi çeyrek final yolunda zorlayacak bir isim bulunmuyor. Davydenko Münich'e kadar yokları oynadı. Verdasco ise alışkanlık haline getirdiği beklentilerin altında kalma düsturunu devam ettirdi bu sezon da.
Nadal'ın olası çeyrek final rakibini belirleyecek bölümde ise en yüksek numaralı seribaşı Robin Söderling. İspanyol'a buradaki tek mağlubiyetini tattıran İsveçli final serisinin devamını getirip 1000 puanı korumak isteyecek. Bunun için Baghdatis, Simon ve Fish gibi isimleri geçmesi gerekiyor.
Yaşadığı düşüşlerden sonra bir daha grand slam finali görmemeye yemin edecek boyuta gelen Andy Murray'nin bölümünde ise sezon başındaki sert zemin turnuvalarında topladıkları puanların keyfini süren isimler var. Raonic ve Dolgopolov. Britanyalı'nın son sekiz yolundaki en büyük engeli Viktor Troicki olacak. Murray toprak sezonuyla birlikte kendini bulmuştu. Hatta Roma'da yılın yenilmezi Djokovic'i devirmenin de kıyısından dönmüştü.
Melzer, Almagro, Anderson ve Florian Mayer'den oluşan üst yarının son bölümü ise ortada gibi duruyor. Ne Melzer ne de Almagro geçen seneki seviyelerindeler. Mayer buradan sürpriz olarak çıkabilir.
Tablonun alt yarısında ise Djokovic hükümdarlığı var ancak Sırp tenisçinin bu sefer işi hiç de kolay değil. İlk turda Thiemo de Bakker ile oynayacak olan bu yılın yedi kupalısının üçüncü turdaki olası rakibi Juan Martin del Potro. Hem Arjantinli için hem Nole için kilit bir maç. Bu muhtemel maçın galibi ise Thomaz Belluci (Novak'tan set aldı) yahut Richard Gasquet (Federer'i yendi) ile oynayacak ki ikisi de bu yıl iyi işler çıkarttı. Novak Djokovic'i uzaylılar kaçırıp kulağına bir çip falan yerleştirmedilerse çeyrek final öncesi turnuvaya veda etmesi şaşırtıcı olmamalı.
Buradan gelen ismi çeyrek finalde karşılayacak tenisçi ise yine ortada bir sekizde birlik dilimden gelecek. Berdych'in son zamanlardaki performansını göz önüne aldığımda buradan Garcia-Lopez'in çıkması olası. Şu bölümden gelecek tenisçinin de Nole'nin karşılaşacağı rakiplerin çoğundan zayıf olacak olması da kuranın adaletsizliği. Marsel de bu bölümde yer alıyor ve ilk turda Tommy Haas ile oynayacak.
Federer, Nadal'ın tarafından kurtulduğuna sevinmek ile 2011 canavarı Djokovic'in tarafına düşmesine üzülmek arasında gelgitlerde kaladursun ilk turun en can alıcı eşleşmesinde de ismi geçiyor. Feliciano Lopez ile Madrid'de karşılaşan Majesteleri az kalsın müsabakayı kaybediyordu. İsviçreli'nin ilk maçını kazanması halinde (ki beş setlik maçta Lopez'in direnebileceğini düşünmüyorum) zorlu maçlarda beş sete gitmeyi seven Tipsarevic ve Tsonga'yı düşünmesi gerekecek. Vatandaşı Wawrinka'yı düşünmesine gerek yok bir şekilde galip gelebiliyor Stan karşısında.
Federer'in çeyrekteki olası rakibini belirleyecek alt yarının en üst diliminde ise bu yılın Djokovic ve Nadal'dan sonraki en iyi isimlerinden biri David Ferrer ve hâlâ nasıl üst basamaklarda tutunacak puana sahip olduğu NASA tarafından araştırılan bir Gael Monfils var. Gael seyircisi önünde oynamanın itici gücünü sonuna kadar kullanacaktır. Yani bir tarafını sakatlayana kadar... Bu bölümdeki Almanlara da dikkat.
Djokovic'in yolu Nadal'a göre çok daha zor gözüküyor. Federer hâlâ silahlarının çalıştığını gösterebilir. Del Potro geri dönüşünü taçlandırabilir. Çok düşük de olsa ummadık taşın baş yarabileceği ihtimali bulunması turnuvayı heyecanlı kılıyor. Read more...
18 Mayıs 2011 Çarşamba
del potro ben de varım dedi
Bir Twitter mesajı ki geceme güneş gibi doğan.
"Con mucho esfuerzo, pero llegamos." NOS VEMOS EN PARIS!!!! Saludos a todos y gracias por sus mensajes!!
Çok korkmuştum katılamayacak diye. Yine de yüzde yüzü ile olamayacak ama en azından bir renk. Fakat farkında mısınız? "Kazananı desteklemek" başlıklı yazıda artık Delpo'yu desteklediğimi söylemiştim. İşte ilk iyi haber geldi. Tırsın, artık kazanan taraf benim.
Öte yandan Roma'da çiftler finalinden çekilen Andy Roddick, Nice'deki turnuvadan da çekilerek omuz sakatlığının ciddiyetini gözler önüne serdi. Amerikalı'nın Fransa Açık katılımı da tehlikede. Read more...
17 Mayıs 2011 Salı
marsel ile ilkler peşinde
Marsel bize ilkleri yaşattı hep. O yüzden yeri daima ayrı olacak. Bütün gelişimini izledik, gözümüzün önünde oldu. Hâlâ Amerika Açık'ta ana tabloya çıktığı günkü heyecanımı hatırlarım. Rochus'ü gitti dediğim maçta yenişini hatırlarım. Bana hissettirdiklerinin yeri başkadır. Üç sene önce ilk 100'de bir Türk'ün olması için 15 sene geçmesi gerekir dediğimi hatırlayıp gülerim.
İlkler bitmez. Bu sefer önümüzde bir tane daha var: İlk Roland Garros ana tablosu. Kuralar çekildi. Marsel bugün ilk maçını Conor Niland ile oynuyor. Ters geliyor Marsel'e. İki üç sete giden maçları var ve Niland kazandı. Ayrıca geçen sene Marsel'in set alamadan kaybettiği bir Davis Cup eşleşmesi var.
Marsel 127. sırada, Niland 188. Ama aldatmasın tabii bu. Bir kere ters geliyor bu adam Marsel'e. Ve Marsel'in en sevmediği zeminde karşılaşacaklar. Ben yine de ibre Marsel'den yana diyorum. Kazanacaktır bizim oğlan.
İkinci turdaki olası rakipler Matosevic ve Ouanna. Josselin Ouanna çok tehlikeli. 2009'da kendi seyircisi önünde coşmuşluğu vardır. Matosevic ise Avustralya'nın bir türlü ilerleyemeyen isimlerinden. Marsel'den iki yaş büyük olmasına rağmen sadece kendi evinde iki kez ana tablo görmüş ve ilk turda kaybetmişti. Beni asıl korkutan Ouanna. 2009'da yakaladığı ritmi yakalarsa bizim oğlanı rahat geçer. Ama o da o zamandan bu yana kayıp. Üçüncü tur görmüştü. Sonra Amerika Açık'ta aynı yıl ikinci tur gördü ve söndü.
Son rakibini belirleyecek kısımdaki dört isim arasından da yenemeyeceği tenisçi yok Marsel'in. Kritik eşik Niland karşısında şeytanın bacağını kırmak ve Ouanna'nın saçmamalaması.
Maç dokuzuncu kortun son maçı. Müsabakalar 11'de başlayacak. Ortalama ikişer saatten 19-20 gibi başlar Marsel'in maçı.
16 Mayıs 2011 Pazartesi
kazananı desteklemek
Novak Djokovic Roma Masters finalinde Rafael Nadal'ı 6-4'lük iki setle yenerek yenilmezliğini sürdürdü. Bu seneki yedinci şampiyonluğu. Dördüncü Masters şampiyonluğu. Dördünde de finalde Nadal'ı yendi. Bu seneki 37. galibiyeti. Serisi ise 39'a çıktı. Roland Garros'ta final görürse Nadal kazansa bile 1 numaraya oturacak. Ayrıca final görmesiile 43 maçlık sezon başlangıcı yakalayacak ve John McEnroe'nun rekorunu kırmış olacak.
Bilgiler bu kadar şimdi asıl konuma döneyim. Djokovic'in bu galibiyeti monotonluktan sıkılan bir birey olarak beni tedirgin ediyor. Konu birazdan "kazananı desteklemek"e dönecek. Uyarayım dedim.
Federer'in 2005'ten sonraki dominasyonu kesinlikle can sıkıcıydı. Saçmaydı. Karşısına birisinin dikilip de "Nasıl olacak bu iş abiler" diyememesi, Federer'in arka arkaya kazanması, kazanması, kazanması... İnsan tenise duyduğu heyecanı yitirebiliyor izlerken. Evet çok estetik, çok başarılı, göze hoş geliyor. Ama sporun mücadeleci tarafına ne oldu?
Bu aslında çok dallı budaklı bir konu. Djokovic Nadal'ı üst üste dördüncü kez yenip Roma Masters'ı da müzesine götürdüğünün ertesinde yazdığım yazıyı bu kadar dallandırmak istemem. Ama tutamıyorum kendimi yazı oraya doğru gidiyor. Çoğunluğun Federerci olması ile şu an çoğunluğun Barcelona'yı desteklemesi arasında aynı bağlantı var. Göze hoş gelen falan bahane. Adamlar kazanıyor arkadaş.
Ronaldinho'dan önce umurlarında olmayan İspanya İç Savaşı bir anda ateşli olarak tartıştıkları bir konuya dönüştü. Tabii ki bütün Barçalıları töhmet altında bırakmıyorum. Babasından amcasından görüp de çocukluğundan bu yana o takımı tutan vardır. Fakat Barcelona sevgisini İspanya'daki iç savaş üzerinden temellendiren ve Madrid'e ateş püsküren insanlar var. Sanırsınız geceleri Guernica'ya bakıp bakıp ağlayarak yataklarına giriyorlar. Yok arkadaşım. Barcelona kazanıyor ve sen bunu okuyan Barçalı, Katalanlık temelin 5 seneden eski değil.
Aynı şekilde Federer de kazanıyor ve sen ekranda en çok onu gördüğün için seviyorsun. Sonra "Ben Federer'i/Barcelona'yı kazandığı için seviyorum" demeye utandığından hop altını dolduruyorsun. Bunu ya desteklediğini abartılı şekilde överek ya da rakiplerinin kusurlarını/tarihlerini yererek yapıyorsun. Nadal poposuna kaçan donu çekiştiriyormuş hohahaha, Djokovic çok top sektiriyomuş, annesi-babası malmış hohahahhaa... Ama Federer centilmenmiş. Barcelona'nın Mourinho'ya karşı yaptıklarını hatırlayalım. Hayali darbelerle yere uçmalar, yerde yatarken iki avuç arasından hakeme yan gözle bakmalar, Uçan Spagetti Canavarı dediğiniz Messi'nin almadığı bir darbe sonucu stage dive mertebesinde bir şeyler yapması... Barcelona dünyanın en iyi takımı... Oyunculukta.
- Neden Federer'i seviyorsun?
- Çünkü o çok centilmeeeen.
- E bak hakeme falan bağırıyo?
- Haklı işte haklııııı..
- Ama Nadal da centilmen.
- O poposunu elliyo bi kereeeee!!
- Neden Barcelona?
- Çünkü yazık Katalanlar. Ezilmiş halk. Azınlık. Devrim.
- Diyarbakırspor?
- Iyyy... Yaaaanış anlaşılmasııın benim de Kürt arkaaşlarım var taaam mı ama yine de ıyyyy!
İtiraf edin. Kazanıyorlar. Seviyorsunuz. Ama şimdi devir benim ve Djokoviccilerin devri. Federer ve Nadal çatır çatır kupa kazanırkenden desteklemeye başladığım Djokovic yenilmez armada oldu. Sonsuza dek sürmeyecek. Ama Federer ve Nadal fanboylarını biraz da olsa susturduğu kesin. Asıl soruna dönersek: Ya sporun rekabetçi tarafı?
Federer'i sevmememin nedenlerinden biri olan turu domine etmesi ve yüzde 95'e varan galibiyet oranına ulaşması şu an en sevdiğim adamda vuku buluyor. Ben bu işten sıkıldım açıkçası. Rekabet olmazsa heyecan olmaz. Zaten takım tutar gibi tenisçi de tutulmamalı. Yeri geldi mi insan desteğini çekebilmeli. Djokovic insanlığa döndüğü zaman, yenilmeye başladığı zaman Ajde'lere devam edebiliriz. Sırada Juan Martin del Potro var. Onu da yükselteyim şimdi iki numaraya.
Yani şunu demek istiyorum. İlk 10'un dışında da tenis oynayan, hayatını bundan kazanan insanlar var. Ve inanın 50. ile 5. arasında, oynadıkları tenis arasındaki fark insanların genleri arasındaki fark kadar. Özgüvene, psikolojik nedenlere bakar bu işler... Ve bu sporcular arasında Federer'den, Nadal'dan, Djokovic'ten insani özellikler bakımından daha iyi olanları var. Daha kültürlü, olanları, daha aklı başında olanları, daha hayırsever olanları. Sadece bu üçlüyü izlemek yerine diğerlerinin özelliklerini de öğrenmeye çalışmak size bir şey kaybettirmez.
[Yukarıda yazılanları üstüne alınmaması gereken Federerciler var. Twitter'dan, oradan buradan konuştuğum insanlar bunlar ve Federer'i gerçekten oynadığı tenis için seven, tenisi bilen insanlar. Onlar bu yazının konusu değil. Bunu belirtme ihtiyacı duydum çünkü sonra alınıp, sinirlenip üzülüyorlar. Olmasın]
15 Mayıs 2011 Pazar
roma: bir sharapova güzellemesi
Şu WTA Tour'da destekleyecek adam gibi tenisçi yok diyenler Sharapova'yı neden görmezden gelirler anlamak güç. İsmini duyduğumda, şemalini gördüğümde, müdürünü görmüş lise öğrencisi gibi ceketimin önünü iliklemeye çalıştığım, çok büyük saygı duyduğum bir tenisçi. Kadınlarda Ivanovic de dahil bu kadar saygı duyduğum başka kimse yok aktif tenisçiler içinde.
Yaptığı işi ciddiye alması ve hakkını vermesi içimi gıdıklıyor. Kournikova gibi başka yola sapmadı, Ivanovic gibi aşk peşinde kendini dağıtmadı, Serena gibi ünü sporunun önüne koymadı, sakatlandı, ameliyat oldu ama yılmadı. Bu işi para ve ün için değil, kesinlikle sevdiği için yaptığını belli ediyor. Spora duyduğu saygı hareketlerinden demeçlerine her şeyine yansıyor. Bu saygı, ona saygı duymamız için en büyük neden zaten.
Ara sıra sivri dilli açıklamaları oluyor. Çıkışlar yapıyor. Ama bunu yaparken de o kadar klas bir tavırla yapıyor ki "Haklısın ablam" diyorum içimden. Gençken belki bazı maçlarda hataları oldu, açıklamalarında ileri gittiği oldu. Ama olgunlaştıkça bir başkalaştı. Bu kızın ekran karşısında kaç yıldır olduğu düşünüldüğünde yaşı 30 falan gibi geliyor. Ama sadece 87 doğumlu ve hâlâ genç. Genç şampiyonların en son temsilcisi. Ondan sonra Grand Slam kazananların yaşlarına baktığımızda hepsinin 20'den büyük olduğunu görüyoruz. 17 yaşında Serena Williams'ın elinden sökerek aldığı Wimbledon şampiyonluğu biz tenisseverler için de bu yüzden değerli aslında...
Sadece 25 dakikalık özetini izleyebildiğim maçta Roma yarı finalinde dünya 1 numarası Caroline Wozniacki karşısında müthiş oynadı Rus tenisçi. Geri çizgide sağlam durabildiği kadar rallileri kontrol etti ve Wozniacki'ye derin toplar gönderdi. Savunması ile ünlenen Danimarkalı'nın topları kısa düşünce de çekinmeden kortun içine girerek agresif groundstrokelar ile sonuca gitti.
Wozniacki her ne kadar toplara yavaş vuruyor gibi gözükse de aslında topu gönderdiği noktalar itibariyle rakiplerini zorluyor. İnanılmaz toplar çıkartabiliyor. Baseline'a gönderdiği toplar rakibinin içeriden oynamasını engelliyor. Bugün Masha'nın bu derin toplara reaksiyonu iyiydi.
Ve servisleri. İddia ediyorum Sharapova'nın yüzde 75 ile servis atıp kaybedeceği maç yoktur. Tamam abartıyorum vardır ancak bu kız dört ilk servisinden üçünü içeri soksun o zaman arkanıza yaslanın ve tenisin keyfini çıkarın.
Masha bugün tam öldü denilen anda tekrar ayağa kalkan bir bölüm sonu canavarını geçti. Birçok maçta gördük Wozniacki'nin dirildiğini. Resident Evil zombisi gibi adama sülük gibi yapıştığını. Bugün Maria öyle bir oynadı ki Caro cevab veremedi. Hele maçın son oyununda iki return var ki. Bu kız RG'u kazanamazsa yazık olur cidden.
Finalde Stosur ile karşılaşacak Maria. Bir de şöyle bir şey var. Azarenka karşısında ilk seti kaybettikten sonra, rakibinin maçtan çekilmesi ile tur atlamıştı Masha. En son Azarenka, Görges karşısında Stuttgart'ta önde olduğu maçtan çekilmiş ve Görges turnuvayı şampiyon kapatmıştı. Çanlar Stosur için çalıyor. Read more...