31 Aralık 2009 Perşembe

foto: yavrum bi sıkıntın mı var?

Abu Dabi'de Capitala World Tennis Championship adında bir gösteri turnuvası var. İlki geçen sene düzenlendi ve Murray kazanmıştı. Bu sene Federer, Nadal, Davydenko, Söderling, Ferrer (çok ilginç turnuva resmi sitesinde Tsonga var) ve Wawrinka mücadele edecek. Bugün başladı turnuva ve ilk maçta David Ferrer, sezon sonu turnuvası şampiyonu Kolya'yı 2-6/6-2/6-4 ile geçerek yarı finalde Rafael Nadal'ın rakibi oldu.

O değil de şu fotoğraflara takıldım ben. Nadal tırnak yemiyor normalde ama o el hep ağızda, kazandığı kupalar da ağızda.. Freud'u göreve çağırıyorum, mezarından çıkıp yorumlasın..




(Foto: Getty Images)

Read more...

foto: clijsters'tan hastane ziyareti



Kimmy, Brisbane Çocuk Hastanesi Onkoloji Bölümü'ne bir ziyarette bulundu bugün. Zaten Amerika Açık'tan sonra Clijsters deyince aklımıza Arthur Ashe'de kupası ve kızıyla (kupa kızıyla) ölümsüzleşen sevinç anları geliyor. Annelik teması yakıştı Clijsters'a. Twitter'da şunları yazdı Belçikalı:
"Hit this morning with daniela hantuchova and visited an oncology ward at a childrens hospital this afternoon in Brisbane, was very emotional"

Sabah Dani ile çalışmış, öğleden sonra da hastane ziyareti.. Duygulu anlar yaşamış, anne olmak kolay değil tabi.

(Foto: Reuters Pictures)

Read more...

ahan da başlıyor 2010

Eveeeet, en sonunda bir tatil günü ve yazı yazmaya fırsat bulabildim. Bir özür ile girmek istiyorum. Bu kadar yazı temposuna alışmamış biri olarak, gazetedeki iş temposundan sonra oturup bloga yazı yazmak istediğimde Kubrick'in A Clockwork Orange'ındaki şiddete eğilimli başrol oyuncumuzun tedaviden sonraki hali gibi "Öööögh, ööööghh" şeklinde krizlere giriyordum. 2010'un ilk gününden itibaren blogu eski şaaşaalı (vuuu) dönemlerine geri döndürmek için elimden geleni ardıma gomayacağım.

Erkek tenisçilere üzülüyorum. Daha dün bitti 2009 sezonu, pazartesi başlıyor. WTA yönetimini tebrik etmek lazım takvimi sıkıştırdılar, ATP yöneticileri hala arkadaşlarını aslan yiyen zebralar gibi bakıyorlar. Tenisin artık neredeyse salt fiziksel güç olduğu çağda 11 ay üst düzey tenis oynayıp, 2 hafta dinlenip, 2 hafta sonra antrenmanlara başlamak... Köle olmaktır.

2 Ocak'ta başlayacak 2010 maratonu. "Ülkeler Yarışıyor" tandanslı, eğlencelik kıvamda Hopman Cup var Avustralya'da. Dörderli iki grup halinde mücadele edecek takımlar gruplarını ilk sırada bitirip finale çıkmaya çalışacaklar. Gruplar ve fikstür şöyle:

Yeni yılın açılışını Sorana Cirstea ile yapmak ne güzel, hey, ne güzel!

Karma turnuva olarak Brisbane International ilk ciddi sınavlardan biri tenisçiler için. Erkeklerde Andy Roddick, 1 numaralı seribaşı. Brisbane'in son şampiyonu Stepanek ile antrenman yaptılar bugün. Sezon sonu turnuvasında katılmasını engelleyen dizinin tam anlamıyla iyileşmediğini söyledi Andy. Kariyerindeki en iyi sezonlarından biriydi Amerikalı'nın, Avustralya Açık'ta yarı final, Wimbledon'da epik bir final... Sezon sonu pek iyi bitmese de kendine güveni gelmiş. Hatta bu sakatlığın kafa açısından dinlenmeyi sağladığını söylüyor Roddick. Kendine de güveniyor bir Grand Slam daha kazanma konusunda. Kim bilir, belki 10 yılın ilk büyük kupasını o kaldırır.

Stepanek titrini korumaya çalışacak, vatandaşı Berdych ve Fransızlar Monfils, Mathieu, Chardy de onun yoluna taş koymaya... Sezon sonunda Challengerlar kazanıp kendini bulma yolunda önemli bir adım atan Marcos Baghdatis, seyirci desteğini arkasına alıp güzel işler yapabilir. Ev sahibi Bernard Tomic'i de merakla bekliyoruz. Yavaş yavaş kendini göstermesi lazım.

Kadınlar tarafında ise vuuu huuuuuuu... Juju ilk kez resmi bir turnuvada raket sallayacak. O günü, o dakikayı, o anı sabırsızlıkla bekliyorum. "Eskisinden daha iyi olacağım, olgunlaştım" diyen Belçikalı'dan vatandaşı Clijsters ile birlikte şu kadınlar tenisini bi sallamasını istiyorum. Clijsters, Amerika Açık öncesi motivasyonunu bulabilecek mi bu sene merak içerisindeyim. Kendini öyle bir kanıtladı ki bir rehavet olur mu diye soramadan edemiyorum kendime.

Jelena Dokic ve Ana Ivanovic... Tenis tarihinin en talihsizlerinden biri olan Dokic için geç değil. Kendisi hep kuvvetli oldu bugüne kadar. Bu sertliği göstermeye devam ederse başarı gelecektir. İnanıyorum ben hala. Ivanovic'in ise elinde golf sopası ile gelmesini bekliyorum. Sevgilisinin turnuvaları nedeniyle uzun süredir Avustralya'da zaten yanılmıyorsam. Ortama adapte olmuştur. En son foklarla öpüşüyordu. Ne hali varsa görsün!

Alicia Molik de aranın ardından geri dönenlerden. Performansı merakla beklenenlerden. Avustralya Açık wild card'ını da kaptı bakalım. Bu da itici güç olur. Gençlerden Pavlyuchenkova artık patlasın istiyorum. Turnuvanın dark horse'u da Wozniak olsun.

Brisbane Ana Tablolar

Brisbane böyle. Erkeklerde bunun dışında Chennai'de, Hindistan'da bir turnuva var. Robin Söderling, Marin Cilic ve Stansilas Wawrinka favoriler. Janko Tipsarevic benim gönlümün şampiyonu zaten. Yuki Bhambri'ye ve Somdev Devvarman'a dikkat. Devvarman geçen sene yine wild card ile katılmış ve final oynamıştı. Finalde tekkaş Cilic'e yenilmişti.

Chennai Ana Tablo

Fakat tenisin zirvesi Doha'da olacak. 1 milyon dolardan fazla para ödüllü turnuva dururken neden 500bin dolar ödüllü turnuvaya gidilsin değil mi mirim!
Federer, Nadal, Davydenko, Tsonga... İlk 10'dan dört isim Katar'da olacak yılın ilk turnuvası için. Geçen sene yarı final oynayan 3 isim yok. Son şampiyon Murray, finalist Roddick ve yarı finalist Monfils.. Murray ilk hafta Hopman Cup'ta, Monfils ve Roddick ise Brisbane'deler.
Hala nasıl ilk 100'de durabildiğine şaşırdığım Ernests Gulbis de olacak burada. Kura şansı yanında olsun, yine bi şey olmayacak da en azından o açıdan şanslı olsun Letonyalı.

Doha Ana Tablo

WTA'de ise Hopman Cup ve Brisbane dışında tek turnuva var. O da Auckland (deyince aklıma hep Jules Verne'ün İki Yıl Okul Tatili adlı kitabı gelir).
Burada Flavia Pennetta başı çekiyor. Na Li, yasağı kalkan Wickmayer, Sikiyavone gibi isimler de var. Brisbane'in yanında sönük geçeceği kesin. Yeni Zelanda'nın umudu 90 doğumlu Sacha Jones'a dikkat derim. Geçen yılın sonunda arka arkaya ITF turnuvaları kazandı.

Auckland Ana Tablo

İlk hafta böyle işte. Özledik izlemeyi, takip etmeyi. Kazasız, belasız bir yıl olsun, Djokovic ve Del Potro şampiyon olsun. Gulbis İlk 30'a girsin, Cirstea ve Lisicki ilk 10 yapsın. Juju haziranda 1.liğe otursun, Ana ne hali varsa görsün.

(Foto: Getty Images)

Read more...

22 Aralık 2009 Salı

foto: ufaklıklar büyüyor


Federer bugün Facebook sayfasından bu fotoğrafı yayımladı. Birçok fan, bebelerin büyümüş hallerini görmek istemiş. Bebekler babaya benziyor mirim.

Paylaştıkça artan tat Mustafa Taha'dan geldi..

Read more...

19 Aralık 2009 Cumartesi

wildcard için çılgın atmak

Kurallara uymadığı gerekçesi ile vatandaşı Xavier Malisse ile 1 yıl tenisten men cezası alan ve geçtiğimiz günlerde bu cezası kaldırılan Amerika Açık 2009 yarı finalisti Yanina Wickmayer'in Avustralya Açık 2010 için wildcard alma olasılığı neredeyse yok gibi.

Avustralya Açık yetkilileri 8 wildcard'ın 5'ini zaten verdiklerini geri kalan üçünü ise kendi vatandaşlarına vereceklerini bu yüzden üzgün olduıklarını söylediler. Bir wildcard bildiğiniz üzere Juju'ya verildi. Bir tane Amerikalı'ya, bir tane Fransız'a, bir tane Asyalı'ya ve bir tane de Avustralya Açık play-off turnuvasının kazananına olmak üzere diğer 4 tanenin de sahibi belli. Geri kalan üç tane de Avustralyalılar'a verilecek deniyor. Umarım Wickmayer için bir ayrıcalık gösterirler.

Bu arada play-off maçlarında çeyrek finalde elenen Alicia Molik oradan alamadığı wildcard'ı geri kalan üç kişilik kontenjandan alabilir. Play-off finallerinde Olivia Rogowska ile Casey Dellacqua mücadele edecekler.

Read more...

18 Aralık 2009 Cuma

foto: torres'ten caro'ya imzalı forma

3 gün önce Caroline Wozniacki, Twitter sayfasında:
"I just got a Liverpool jersey with Fernando Torres autograph on, specially signed for me!!! I'm so happy. Torres is my favorite player!!!!!!"
yazmıştı.

Fotoğrafları düşmüş internete:


Şu, ikinci foto çekilmeden hemen önce süt içmiş sanırım Caro.. Got Milk?

Paylaştıkça artan tat Mustafa Taha'ya teşekkürler..

Read more...

17 Aralık 2009 Perşembe

foto: sorana cirstea model olursa




Çok da güzel oldu, iyi oldu, çokgüzel iyi oldu..

(kaymak)

Read more...

16 Aralık 2009 Çarşamba

2010 turnuva takvimleri

ATP World Tour ve WTA Tour 2010 takvimleri:

ATP World Tour:
Web
PDF
Wikipedia

WTA Tour:
Web
PDF
Wikipedia

Blogun solundaki menüden de ulaşabilirsiniz.

Read more...

video: jingle beeeells, jingle beeeeelllss...

...jingle all the waaaaaaaaay!!!



WTA de olaya dahil olur:


Mutlu Yıllar :)

Read more...

2010'da göz zevkimiz bozulacak gibi

Rafa Nadal'ın Avustralya Açık'ta giyeceği takımlar tanıtıldı:





Bunu bize yapmaya hakkın yok Nike :(((((888888

Peki bundan iğrenci olamaz derken Adidas'ın yaptığına ne dersiniz? Buyrun size Fernando Verdasco'nun Avustralya Açık 2010 kitleri:




Nole'nin neden Sergio Tacchini'ye geçtiğini şimdi daha iyi anlıyorum.

Read more...

15 Aralık 2009 Salı

foto: gülmek güzeldir


Agnieszka (Aga) ve Urszula (Ula) Radwanka kardeşler. Bir hayır işi adına alışveriş yaparken oldukça neşeli gözüküyorlar. Ah Ula dibinde oturup maç izlemişliğim, kıymetini bilmemişliğim de var.

Read more...

artık wawrinka da evli

Stansilas Wawrinka'nın kız arkadaşının hamile olduğunu bir kaç ay önce yazmıştım. Karnı burnunda gelin Ilham Vuilloud, çiçeği burnunda gelin de oldu. İkili evlendiler. Ilham, Wawrinka'dan 10 yaş büyük, Fransa'da bir TV programı sunuyor.
Mirkaaa bak elti...

(konyak)

Read more...

14 Aralık 2009 Pazartesi

karışık çiftler olimpiyatlarda, galiba biz de

Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin aldığı kararı duymayanınız yoktur. On yıllar sonra, 2012 Londra'da karışık çiftler kategorisi göreceğiz. Bir nevi Hopman Cup olacağa benzer. Novak Djokovic/Ana Ivanovic gibi bir ikili düşleyebiliyor musunuz. Geçenlerde Roddick, Twitter'dan Serena Williams ile oynayabileceklerini yazdı. Gerçekleşir mi bilmem. 2008'de yaptığı şey çirkindi Roddick'in. Amerika Açık'a odaklanmak için olimpiyatları atladı. Serena Williams da Fed Cup finali oynamak yerine tatil yapmayı tercih etmişti bu sene. Yine bi bahane bulur kaçarlar.

İşe bir de Türkiye açısından bakmak lazım. İpek Şenoğlu çiftlerde ilk 50'yi zorluyor. 2 seneye nerede olur bilemeyiz ama bu formu devam ederse çiftlerde ilk 100'de kalabilir. Marsel ise gelişmekte olan bir tenisçi. Önümüzdeki 2 sene iyi bir partnerle çiftlerde yukarılara çıkabilir. Bu da Türkiye'nin olimpiyatlarda tenis ile temsil edilmesi anlamına gelir. Hatta Marsel daha istikrarlı olursa tek erkeklerde bile temsil edebilir Türkiye'yi. Grand Slam ana tablosundan sonra olimpiyat ana tablosunda da Marsel'i görmek büyük mutluluk olur. TTF Başkanı Ayda Uluç konu hakkında konuşmuş. Demiş ki,
"İpek Şenoğlu ve Marsel İlhan'ın klasman puanlarıyla olimpiyatlarda oynama şansları çok yüksek olacak. Daha önce oynamayan ülkelere bir öncelik de var. Burada Türkiye'nin şansı büyük. Tabi ilk defa böyle bir şeyin olması bizim için çok sevindirici bir haber.''

Read more...

11 Aralık 2009 Cuma

ayrımcılık savunması artık tutmuyor serena!

Serena Williams kendisine verilen cezayı bir hayır kurumuna bağışlamak istediğini söyledi ancak ITF bunu reddetti. Sitesine şunları yazdı Amerikalı:

Bütün kariyerim boyunca hep sakin kaldım. Ama sanırım bir an patlama noktasına geldim. Ulaşmama izin vermemem gereken bir noktaydı. Bildiğiniz gibi sakinliğimi kaybetmem bana 92 bin dolara mal oldu. 92 bin dolar! Bu, çoğu insanın bir yılda kazandığından fazla. Şuna cevap verin: Neden erkek bir tenisçi –hem de çizgi hakemine değil de sandalye hakemine- benim söylediğim gibi “s” ile başlayan kelimeyi söyleyip sadece 10 bin dolar ceza alıyor? Benim yaptığım onun yaptığından 10 kat daha mı kötüydü? Başka bir erkek tenisçinin kampı fiziksel olarak hakeme saldırmasına rağmen benim aldığım cezanın yarısından daha az ceza aldı. Bütün bunlar onların erkek olmasından dolayı mı?

Şimdi izninizle Serena’ya ben de cevap vermek istiyorum.

Her şeyden önce bütün kariyeri boyunca sakin değildi Serena. Amerika Açık’ta Capriati ile oynadığı maçta sandalye hakemi Mariana Alves’e demediğini bırakmadı. Haklı olabilir ama bu hakeme yüklenebileceği anlamına gelmez. Hakemler hata yapabilir ve cezasını ITF verir. Daha birçok maçta kontrolünü kaybettiği zamanlar oldu, hafıza kaybı yaşıyor sanırım kendisi.

İkincisi, o, kardeşi ve babası Richard Williams 90ların sonu, 2000lerin başında hep siyahi olduklarından ötürü kendilerine ayrımcılık yapıldığını söyleyerek pozitif ayrımcılık yapılmasını istedi. Bu böyledir. Kadınlar maalesef genelde erkekler tarafından ezildikleri için, azınlıklar çoğunluklar tarafından hor görüldüğü için, Afrika kökenli Amerikalılar bir zamanlar beyazlar tarafından ezildikleri için artık kendilerini dokunulmaz sanmaktalar ve hata yapmalarına, yanlış şeyler söylemelerine rağmen eleştirilemez olduklarını düşünmekteler.

Serena Williams da bir zamanlar oynadıkları tenisin bugünkü kadınlar tenisinin içinde bulunduğu durumun temelini oluşturmasına rağmen, o kadar göz zevkini bozan bir oyun olmasına rağmen zamanında bu güç tenisine gelen eleştirileri, “Biz zenciyiz, bizi sevmiyorsunuz. Hep farklı olduğumuz için bunları yapıyorsunuz” diyerek çok farklı bir boyuta taşımaya ve eleştirilemez bir statüye erişmeye çalıştılar.

Pozitif ayrımcılık da en az ayrımcılık kadar kötü bir şeydir. Kendisi şimdi de bu ırkçılık savunmasının prim yapmadığını görmüş olacak ki işi cinsiyetçi ayrımcılığa çekmeye çalışıyor. Neymiş efendim kendisine verilen cezalar sadece penisi olmadığı içinmiş.

Kendi yazısında bahsettiği “hakeme “s” ile başlayan kelimeyi söyledi, benden daha az ceza aldı” dediği isim çoğunuzun da anlamış olduğu gibi Federer. Del Potro karşısındaki maçta her zamanki gibi “kaybetmek üzere olan sinirli” modunda Del Potro’nun geç itirazını kabul eden hakeme saydırmaya başlamıştı. Fuck dediğini duymadım ama shit dedi. Neyse sonuçta ikisi de hakeme saygısızlıktır ancak Serena’nın kendisini bu olayla karşılaştırması saçmalığın daniskası.

Serena elindeki raketi çizgi hakemine doğrultup, elindeki topu hakemin gırtladığından içeri sokacağı üzerine Tanrı’ya yemin etti. Serena inanan bir insansa bu bir sözdür. “Yaptığım hareket Federer’inkinden 10 kat daha mı kötü” diye soruyor ya… 100 kat daha kötü.

Bahsettiği diğer olay ise Jeff Tarango’nun 95 yılında Wimbledon maçında hakeme sinirlenip maçı terk etmesi, ardından eşinin gidip de hakemi tokatlaması. Birincisi tenisçiyi kampının yaptığı saldırıdan sorumlu tutamazsın. İkincisi Tarango, Serena’nın cezası açıklanana kadar en yüksek cezaya çarptırılmıştı ve üzerine Wimbledon’dan 1 sene ihraç edilmişti. Toplamda baktığımızda götürüsü Serena’nınkinden çok daha fazla.

Ayrıca kaybettiği 92 bin doların çoğu insanın bir yıllık kazancından yüksek olduğunu söylemiş. Evet, ama birazcık mantık ve matematik ile kendi yıllık kazancının yüzde kaçı olduğunu hesaplasın bir zahmet. Kariyerinde toplam kazandığı para ödülü 28.506.993 Amerikan Doları. 14 yıllık profesyonel tenis kariyerinde yıllık ortalama 2 milyon dolar eder. Yıllık kazancının yüzde 5’i oluyor. Bir bahise ne kadar yüksek para ile girerseniz getirisi o kadar yüksek olacaktır. Ama kaybederseniz götürüsü de. Serena hata yaptı, kaybetti... Elinden çıkan para da fazla olacaktır. Hiç sızlanmasın.

Read more...

7 Aralık 2009 Pazartesi

tüylerim diken diken oldu juju'yu görünce



Read more...

davis cup üzerine ve ispanya'nın başarısı

Davis Cup müsabakaları başlamadan önce Hindistan ile Güney Afrika arasında 74’te oynanması gereken ancak Hindistan’ın boykotu nedeniyle gerçekleşmeyen final eşleşmesinden bahsetmiştim. Davis Cup tarihine bakmaya devam edelim.

Davis Cup düzenlenmeye başlandığı yıldan, 1974’e, boykotlu finale kadar sadece dört ülke tarafından kazanılmıştı ki bu ülkeler Grand Slamler’e ev sahipliği yapan ABD, Avustralya, İngiltere ve Fransa idi. 1974’te Güney Afrika’nın hükmen kazanması ile bu düzen bozuldu. 75’te İsveç’in şampiyonluğunun ardından İtalya kupaya ağırlığını koymaya başladı. 1976’de İtalya’nın final alışkanlığı şampiyonlukları ile başlıyordu. 76’dan 80’e kadar 4 kez final oynayan İtalyanlar, ABD ve Avustralya’nın şampiyonluklarına engel olamasalar da final kombolarına engel olmuştu. 76 Fransa Açık şampiyonu Adriano Panatta ve yarı final görmüş olan Corrado Barazzutti gibi isimlerle bu iki kuleyi sallayan ve hegemonyaya son veren İtalyanlar’ı İsveçliler takip edecekti.

Mats Wilander’li, Stefan Edberg’li kadro ile John McEnroe’lu ABD’yi durdurmayı başardı İsveçliler. 1983–1989 yılları boyunca 7 kez final görmeyi başaran kuzeyliler bu finallerden 3 şampiyonluk çıkarttılar. Son iki finalde Batı Almanya ile oynadıkları maçlar tam bir derbi havasında geçti. Boris Becker, Edberg ve Wilander’e tek başına karşı koyuyor ve o zamanlar saçma bir duvarla bölünmüş olan Almanya’nın batı tarafına 2 şampiyonluk getiriyordu.

90’lara girdiğimizde ise Agassi ve Chang gibi iki efsane ile “Empire Strikes Back” olayına giren Birleşik Devletler finalde ezeli rakipleri Avustralya’yı geçerek şampiyonluğa ulaştılar. 91’de Agassi ve Sampras gibi daha da efsanevi ikili ile finalde takıldılar. Finalde Laconte’li Fransa 59 yıl sonra ilk şampiyonluğunu yaşadı. Bir sene sonra Agassi sabit kalıp yerine Jim Courier gelince ABD yine şampiyon oldu. Bu tarihteki 30. şampiyonluklarıydı ve İsviçre’ye karşı elde ettiler. İsviçre’yi ilk finaline taşıyanların arasında 98 yılında Roger Federer’i vejetaryenlikten kurtaracak olan Marc Rosset de vardı.

Duvarın yıkılmasından sonra Almanya 93 yılında ilk defa tek parça halde final gördü ve şampiyon oldu. Bundan sonra 5 senede Enqvist, Edberg ve Björkman’lı kadrosu ile 4 final ve 3 şampiyonluk daha gören İsveç bir anda Davis Cup tarihindeki en başarılı takımlardan biri haline geldi. 98’deki şampiyonlukta Robin Söderling’in şimdi antrenörü olan Magnus Norman’ın da payı büyüktür.

2000lere girmek üzereyken ATP Tur’u domine eden Lleyton Hewitt ve Mark Philipphoussis, Avustralya Davis Cup Takımı’na 29. şampiyonluklarını getirdi. Bundan sonra da Pat Rafter’ın da yardımı ile iki sene üst üste final oynattılar ve 2003’te bir şampiyonluk daha getirdiler. Bu Avustralya’nın son şampiyonluğu oldu.

2000’de ise bir ülke ilk kez Davis Cup kupasını kaldırıyordu. Şu sıralar İspanya Davis Cup Takımı’nun kaptanlığını yapan Albert Costa ve Juan Carlos Ferrero, İspanya’ya ilk kupayı getirdiler. Final Avustralya’ya karşı Barcelona’da ve tabii ki toprak zeminde oynandı.

Fransa’nın Escude’li, Pioline’li, Grosjean’lı, Santoro’lu kadrosu 2001’de Fransa’ya bir şampiyonluk daha getirdi. Bu da Fransızlar’ın son şampiyonluğu oluyordu. 2002 finalinde Safin, Kafelnikov ve Youzhny üçlüsü onlar için çok güçlüydü. Fransızları yenen Rusya takımı ilk kez bu kupanın sahipleri oluyorlardı. Sovyetler zamanında bile kazanılamamış bir kupaydı bu.

Günümüze doğru gelirken İspanya ve Rusya’nın ikinci şampiyonluklarını aldığını, Mononükleoz öncesi Mario Ancic’li Hırvatistan’ın tek kupalı şampiyonlar kervanına eklendiğini ve babalar Avustarlya ve ABD’nin birer şampiyonluk daha kazandığını görüyoruz. Özellikle Pete Sampras ve Andre Agassi’den sonra büyük bir çöküş içine giren Amerikan erkekler tenisinde 2005 yılında gelen Davis Cup çok değerli. Ertem Şener olsaydı çölde bir vaha gibi derdi ya.. İşte öyle..

Zaten Davis Cup tarihini incelediğimizde bireysel olarak parlayan tenisçi veya tenisçilerin parladıkları yıllarda ülkeleri Davis Cup’ta bir yerlere gelmiş oluyor. Open Era’da özellikle bu göze çarpıyor. Yazıda daha önce de bahsettiğim gibi 80lerdeki İsveç dominasyonu Wilander ve Edberg’in başarıları, daha öncesinde İsveç’in ilk kupasını kazandığı 75 yılında 18 yaşındaki daha sonra efsaneleşecek Bjorn Borg’un performansı önemli yere sahip. Bjorn Borg 33 kez ile, arka arkaya en fazla tekler maçı kazanan isim ayrıca Davis Cup’ta.

Ardından 1980’de Ivan Lendl ile Çekoslavakya’nın kazandığı ilk Davis Cup, Boris Becker ve (Batı) Almanya’nın parlayışı, Agassi, Sampras, Chang ile ABD’nin tekrar yükselişi, Philippoussis ve Hewitt ile Avustralya’nın 2000’lerin başındaki yeniden doğuşu.... Buarada tanıma uymayan bir Arjantin var. 2000’lerin ilk çeyreği Arjantinliler turda oldukça başarılıydılar. Guillermo Coria, David Nalbandian, Gaston Gaudio, Guillermo Canas. İlk 10’da 4 tane Arjantinli olduğu dönemler oldu fakat Arjantin bu kupada bir türlü şampiyon olamadı. Bu istisna dışında tanıma uyuluyor ama.

İşte İspanya’da da 2000li yılların ilk yarısında Albert Costa ile başlayan kıvılcım, Juan Carlos Ferrero ve Carlos Moya gibi isimlerle devam etti. Şimdi ise bu bayrağı taşıyan isimlerin başında, gelmiş geçmiş en iyi İspanyol tenisçi olduğunu düşündüğüm Rafael Nadal geliyor. 2000’den 2009’a 5 final ve 3 şampiyonluk.

Geçtiğimiz sene ATP sıralamasına bakan bir insan ilk 25’te 6 tane İspanyol görebilirdi. Rafa Nadal, David Ferrer, Fernando Verdasco, Feliciano Lopez, Tommy Robredo ve Nicolas Almagro. Bu kalbürüstü oyuncular sayesinde İspanya son 2 senenin Davis Cup şampiyonu olarak göze çarpıyor. Bunlara eski topraklar Carlos Moya ve Juan Carlos Ferrero’yu da eklersek 2000’lerde İspanyol tenisinin - özellikle toprak kortta ve biraz da olsa sert zeminde – başarıya ulaşması kaçınılmaz oluyor.

Bu sene de ilk kupalarını Ivan Lendl döneminde kazanan Çekler’e karşı üstün bir oyun sergileyerek, kendi evlerinde ve kendi zeminlerinde 5-0 ile şampiyon oldu İspanyollar. Ve 4 Grand Slam’in yapıldığı ülkeleri saymaz isek en başarılı ikinci ülke oldular İsveç’ten sonra. Hatta Open Era’ya yani 68’den sonrasına bakarsak, Britanya ve Fransa’yı da geride bırakmış durumdalar. Yani Açık Çağ’ın en başarılı dördüncü ülkesi oldular. Hem de sadece 10 sene içinde.

ATP sezon sonu turnuvasında sıfır çeken Rafa Nadal’ın rakiplerine set vermemesi, ahı gitmiş vahı kalmış David Ferrer’in, Radek Stepanek gibi mücadeleci bir isim karşısında iki set geriye düşüp maçı çevirmesi, 5 sette kazanması, bu adamların toprakta ne kadar başarılı ve tehlikeli olduğunun bir göstergesi.

Gelecek sene ne olur tahmin etmek zor tabi. İlk turda İsviçre ile eşleştiler ve Roger Federer vitrininde eksik olan Davis Cup kupası için seneye oynacaktır. İspanya’nın işi zor gözüküyor çünkü Wawrinka ve Chiudinelli gibi isimler de mücadeleyi seven raketler. Sembol isimler bir ülkeye bu kupayı kazandırabilir. Del Potro seneye kupaya hasret Arjantin’i, Djokovic Sırbistan’ı, Federer İsviçre’yi bu kupayla tanıştırabilir.

Read more...

4 Aralık 2009 Cuma

en çok google'lanan isimler

Bu sene Google'da en çok aranan tenis oyuncularının listesi şöyle:

1. Roger Federer
2. Serena Williams
3. Rafael Nadal
4. Maria Sharapova
5. Anna Kournikova
6. Venus Williams
7. Andre Agassi
8. Kim Clijsters
9. Dinara Safina
10. Monica Seles

Read more...

3 Aralık 2009 Perşembe

melis sezer'in büyük başarısı

Bollettieri Spor Akademisi'nde düzenlenen Eddie Herr Junior turnuvasında 16 yaşındaki Melis Sezer üçüncü tura yükseldi ve Avustralya Açık 2010 Junior turnuvasına ana tablodan katılma hakkı kazandı. Bunu başaran ilk Türk sporcu oldu Melis.

Turnuva ana tablosuna "şanslı kaybeden" olarak katılmasına rağmen ilk turda Blanka Szavay'ı iki sette geçen Melis, bugün de Ukraynalı Elina Svitolina'yı 3 saat 20 dakika süren zorlu bir maç sonunda 6-3, 2-6 ve 7-6(5)'lık setlerle yenerek üçüncü turu gördü. Rakibi ise 3 numaralı seribaşı Daria Gavrilova. Rus raket Fransa Açık Juniorlarda final oynamıştı bu sene.

Melis, son olarak ekim ayında Dubai'de bir turnuva kazanmıştı.

Eddie Herr Junior turnuvasının tablosuna buradan ulaşabilirsiniz..

Read more...

foto: don corleone

Read more...

davis cup'ta ilk gün


Yarın final programının ilk maçları oynanacak.
Rafael Nadal - Tomas Berdych
David Ferrer - Radek Stepanek

Vallahi Nadal'ın şu performansından sonra ilk gün sonunda 2-0 Çek Cumhuriyeti sonucu çıkarsa şaşırmam ama. Fernando Verdasco'nun hafif sakatlığı bulunduğundan, İspanya kaptanı Albert Costa onu riske etmeyerek David Ferrer'i oynatıyor Çekler'in 1 numarası karşısında. Verdasco, cumartesi günü Feliciano Lopez ile partner olacak ve çiftlerde mücadele edecek. Maçlar tsi 17:00'da başlayacak. Pazar günü ise ilk günkü maçların çaprazı oynanacak tsi 12:00'da.

Read more...

mauresmo da bıraktı

İki kez Grand Slam şampiyonu Mauresmo aktif tenis kariyerini noktaladığını açıkladı az önce. Bir all-arounder daha ayrıldı tenis dünyasından.

Read more...

veteranlar royal albert hall'da

Veteranları buluşturan AEGON Masters turnuvası Londra'da Royal Albert Hall'da gerçekleşiyor. Pat Rafter'dan Yunus ElAynaoui'ye, Goran Ivanisevic'ten Mansur Behrami'ye kadar bir çok isim var. Bu turnuvalar gayet eğlenceli geçer. Turkcell Legends Cup'ta mesela Pioline'in hakem sandalyesini sallaması falan güzeldi. 2009'da yapılmadı nedense. 2001 Wimbledon'ın finalinin rövanşı niteliğinde olacak Ivanisevic - Rafter maçı 5 Aralık Cumartesi.

http://www.aegonmasterstennis.com/schedule.asp

Mansur Behrami'yi aslında Facebook'ta dolaşan Becker'i madara eden Urfalı isimli videodan tanıyor olabilirsiniz. Kendisi İranlı. 88 yılında bir gösteri maçı ama kendisi ortada madaralık bir şey yok.

Read more...

2 Aralık 2009 Çarşamba

Emre Yazıcıol: Against All Odds

Onur sağolsun beni Avusturya-Macaristan arşidükasına denk sayma konusunda ısrarcı. Yalnız Franz Ferdinand denince benim aklıma daha ziyade Britanyalı rock gruplarından Alex Kapranos’un Franz Ferdinand’ı geliyor. Ve tabii Jacqueline, (Eurosport tanıtımlarında da kullanılan) Take Me Out gibi güzel şarkılar... Garip bir tesadüf bu, çünkü konumuz 2009 ATP Masters şampiyonu Nikolay Davydenko ve Davydenko, görünüş itibariyle bir tenis oyuncusundan ziyade yeni dönem “Britanya rock” grubu solistini hatırlatmıştır bana her zaman. Coldplay’den Chris Martin, Radiohead’den Thom Yorke, Travis’ten Fran Healy gibi adamlardan bahsediyorum. Hani “Kolya” diye bir grup kurup abisi Eduard’ı da alsa yanına, yine Radiohead’den Colin Greenwood – Jonny Greenwood misali abi kardeş tıngırdatsalar; “İrina” diye bir şarkıyla listelere hızlıca giriş yapsalar falan şaşırmam.

Acaba rock yıldızı olup seyircileri coşturmayı hiç hayal etti mi Nikolay bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da geçen hafta oynadığı inanılmaz tenisle O2 Arena’ya gelen seyirciyi coşturduğu gerçeği. O2 Arena’yı geçen sene bu zamanlarda Coldplay ve Muse coşturuyordu, böyle de bir durum söz konusu tabii.

Şampiyonluğa değinmeden önce, birkaç noktanın altını çizmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. İlk olarak, Davydenko için Masters Kupası’na gidebilmek bile büyük bir başarıydı. Çünkü Rus raket, Chennai’de nükseden sol topuğundaki sakatlık sebebiyle, Avustralya Açık da dahil olmak üzere sezonun ilk iki ayını televizyondan takip edebildi. Şubat ayında geri döndükten sonra, kuvvetli olduğu toprak kortta her ne kadar fena olmayan bir görüntü sergileyip Roland Garros’ta da çeyrek final yapsa da, tam olarak toparlanması ancak Wimbledon sonrası mümkün oldu. Hamburg, Umag, Kuala Lumpur ve özellikle de 1000’lik turnuvalardan Shanghai’daki şampiyonluklarla hem sondan bir önceki Londra biletini almayı başardı –ki Grand Slamler’deki hayal kırıklığı ve iki aylık zorunlu istirahat göz önüne alınınca bu ciddi bir olay- hem de herkese “Dikkat!” mesajı yolladı. Ne var ki, ne rakipleri, ne tenis medyası ne de sen-ben bu mesajı okuyamadık.

Bunun için kimsenin kendisine çok da fazla zulmetmesi gerekmiyor elbette. Çünkü, Davydenko’nun, daha evvelden de hayli eli sıcak gittiği büyük turnuvalar oldu ve hep bir noktada tıkanıp kaldı. Kâh Estoril’de final, Monte Carlo’da yarı final oynayıp Portschach’da şampiyon olduktan sonra gittiği 2008 Roland Garros’taki 3. Tur oldu o nokta, kâh geçen seneki Masters Kupası’ndaki final… Bazen ne denli yakın duruyor gibi gözükse de büyük kap kacağa, oraların adamı olamadı zihinlerde hiçbir zaman, yakın zamana kadar kendi zihninde bile belki de.

Buna mukabil, ATP Masters Kupası’na, pek çok açıdan en iyi durumda gelen oyuncu olmasına rağmen, bahis şirketlerinin, Verdasco ve Söderling’den sonra en az şans tanıdığı isimdi Kolya. “Moskova’da ev satın almak istiyorum ama şu kazandığım meblağ yeterli değil. Bilseydim kendime bahis oynar ve paramı da katlardım.” diye bir açıklama yaptı hatta zaferi sonrasında. Tabii mutluluğun verdiği sarhoşlukla komik olayım derken ağzından çıkan şu cümlenin orta yerinde “ Eyvahlar olsun” dediğine bahse girerim. 2,5 eyvah üstü de düşünülebilir geniş kuponlarda.


Ehh, bir şekilde bahse geliyor laf ister istemez, konu Davydenko olunca. 2007 Sopot’taki Martin Vasallo Arguello maçında yaşananlar sonrası açılan soruşturmayla 1,5 yılı kabusa dönen, eşinin, abisinin telefon kayıtlarına varıncaya kadar didiklenen ve işte oralardan gelip de 28’inde bu patlamayı yapan bir tenis emekçisinden “bahsediyoruz”. 2005’ten beridir ilk 10 oyuncusu olmasına rağmen halihazırda raket sponsoru yok. “ Global mali kriz var ve Prince de tüm parayı Sharapova’ya veriyor.” diyor. Kıyafet sponsorluğu için de Adidas ya da Nike gibi büyükler hiçbir zaman onun kapısını çalmadı. Düşündüklerini bile sanmıyorum. İşin aslı şu; ticari firmalar ürünlerinin tercih edilmesi için “süper kahramanlara” ihtiyaç duyuyor. Bir süper kahraman da iyi gözükmelidir değil mi? Biz insanlar bunu talep ediyoruz çünkü. (Konu hakkında daha geniş bilgi için Chuck Palahniuk’un Gösteri Peygamberi [Survivor] kitabını tavsiye ederim.) Davydenko, 1.78’lik boyuyla ilk 10’daki en kısa oyuncu. Sıska, çelimsiz ve saçları her yıl daha da azalıyor. İmajın her şey olduğu şu devirde de Nikolay’ın istikrarı ve başarıları da fazla bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki. Daha acı olansa, ticari firmalar için geçerli olan bu prensibin ATP ve WTA’de de karşımıza çıkması. Onlar da mallarını pazarlayabilmek için barbi bebeklere ve filinta delikanlılara sarılıyor ve her vesileyle kamuoyuna bu algıyı pompalıyorlar. Bu da, sporu yöneten temel kurumların, adaleti ve fırsat eşitliğini sağlayıcı, düzenleyici ve birleştirici üst merci kimliklerini kaybedip devasa ticarethanelere dönüştüklerinin en açık delili.

Davydenko’nun kazanması, en azından şu sağlıksız ve sığ düzene vurulacak bir fiske olacağı için beni memnun ederdi her halükarda. Ama maçları izledikten sonra, her zaman hak edenin kazanmasını isteyen biri olarak, başkası kazansa Kolya için üzülürdüm. Bu kadar üst seviye tenisi, dünyanın en iyileri karşısında bir haftaya yaymak, ilk 5’in 4’üyle oynayıp 3’ünü yenmek ve Wimbledon’dan ötürü, tenis kariyerinin her yıl temmuz ayında düzenli olarak dibe vurduğu Londra’da yeniden doğmak… Buna ya “Davai” ya da “Nazdarovya” denir herhalde. ( Başka bir şey denecekse de ben diyemem zira bildiğim Rusça bundan ibaret. Bir de ”Privet” var merhaba anlamına gelen ama sanmıyorum ki işe yarasın)

Umuyorum ki, şu şampiyonluk, Kolya’ya, hak ettiği saygıyı kazanma yolunda bazı kapıları açar. Düğününün ertesi günü antrenman yapmış bir oyuncu olarak, fiziki dezavantajını çok çalışarak kapatan bir istikrar abidesi olarak çok şeyler ispatladı şu ana dek çünkü. Federer ya da Nadal boyutlarında bir şöhret değil ama hiç değilse ülkesi Rusya’da biraz daha popüler olmak istediğini söylüyor kendisi. Haydi inşallah diyelim.


Haa unutmadan, Master Kupası boyunca, Londra’da çıktığı akşam yemeklerinde, tek bir Allah’ın kulu “Privet” deyip imza istememiş Nikolay’dan…

Emre Yazıcıol

Read more...

1 Aralık 2009 Salı

blue is the color

Read more...

ırk ayrımcılığına karşı vazgeçilen kupa

Davis Cup finalinin yaklaştığı şu günlerde ilginç bir hikayeden bahsedelim.

1974 yılında bir sporsever Davis Cup tarihine baktığında 1936'dan o yana bu kupanın sadece iki ülke tarafından kazanıldığını görüyordu. Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya yaklaşık 40 yıl boyunca Davis Cup'ı hegemonyası altına almışlardı. Hatta ve hatta İkinci Dünya Savaşı nedeniyle 40-45 tarihleri arasında düzenlenmeyen turnuvada 46 ile 60 yılları arasında final hep bu iki ülke arasında oynanmış, 1960'da İtalya araya girip "Inter-Zonal Bölge" finalinde Birleşik Devletler'i 3-2 yenerek bu 15 yıllık seriyi bozmuştu. Fakat şampiyon yine Avustralya olmuştu.

İşte 74 yılında bir şeyler değişecekti. ABD "Kuzey ve Orta Amerika Bölgesi" finalinde Kolombiya'ya şok bir şekilde elendi. Kolombiya, "Güney Amerika Bölgesi"nden gelen Güney Afrika ile (ne alaka ben de bilmiyorum ama o zamanki sistemi hala çözebilmiş değilim) "Inter-Amerika Bölgesi" finalinde karşılaştı. Güney Afrika bu mücadeleyi kazandı ve "Inter-Zonal Bölge" yarı finalinde "Avrupa-B Bölgesi"nden gelen İtalya’yı da geçerek finale yükseldi.

Yarı finalin diğer ayağında "Avrupa-A Bölgesi"nden gelen Sovyetler rakibini bekliyordu. Rakibi, "Doğu Bölgesi" finalistleri Hindistan ya da "kronik şampiyonlardan" Avustralya olacaktı. Tarihe geçecek bir final, tarihin en çok oyununun oynandığı eşleşme sonrası Hindistan Avustralya’yı geçerek Sovyetler ile oynamaya hak kazandı.

Sovetler'i rahat geçen Hindistan tarihinde ikinci kez Davis Cup finaline çıkmıştı ve tarihinde ilk kez Davis Cup finalinde mücadele edecek olan Güney Afrika ile karşılaşıp ilk kez şampiyon olmak isterlerdi. Ama böyle bir şey olmayacaktı.

Güney Afrika’nın ırk ayrımcılığı yasası nedeni ile Hindistanlı oyuncuların finali görme sevinci pek uzun sürmedi. Final Güney Afrika’da yapılacaktı ve Güney Afrika "beyaz olmayanlar" hakkındaki anayasal düzenlemeleri ile bütün dünyanın antipatisini kazanmış bir ülkeydi. Beyaz olmayan herkesi ikinci sınıf vatandaş olarak gören bu düzenleme ile Güney Afrikalı beyazlar "kendinden" olmayanları neredeyse kölelik ile eşdeğer bir statüye koyuyorlardı.

Dönemin Hindistan Başbakanı Indira Gandhi (ki kendisi Hindistan’ın ilk kadın başbakanıdır) takımın Güney Afrika’ya gitmeyeceğini ve takımı Davis Cup finalinden çektiğini açıkladı. Bu karar Güney Afrika’yı şampiyon yaptı. Hindistan’ın şampiyonluğa bu kadar yaklaşmışken ayrımcılığı boykot etmesi spor tarihindeki en erdemli duruşlardan biri olarak dikkat çekiyor. Ancak sporun içine siyaset karıştırılmaması gerektiğini düşünenler de var. Gandhi’nin verdiği bu karar hala tartışılmakta.

74 Güney Afrika takımının oyuncularından Frew McMillan, "Güney Afrika’nın politikasına karşı çıkan devlet yönetimlerini anlıyorum ki ben de karşıydım. Ancak ben siyaset yapan biri değil, bir sporcuydum" diyerek kararı eleştiriken Ray Moore ise Hindistan’ın verdiği kararın doğru olduğunu söylüyor. "Eğer daha çok ülke Güney Afrika’yı boykot etseydi bu ayrımcılık yasası daha erken kalkardı."

Finale kadar çıkıp eli boş dönen Hint oyuculardan iki kardeş de farklı düşüncedeler. Anand ve Viyaj Amritraj kardeş olsalar da turda birbirlerine rakiptiler. İki yaş büyük olan Anand, "Büyüyene kadar ben Viyaj’dan daha iyiydim fakat 1973’te bir patlama yaptı ve ben arkada toz yutan oldum" diyor. Boykot hakkında ise "Bence hatalı bir karardı, Davis Cup’ı kazanmaya bu kadar yaklaşmışken elimizle verdik" şeklinde konuşuyor. Kardeşi Viyaj ise, "Bir sporcu olarak üzüldüm ama bir vatandaş olarak ülkemin verdiği doğru kararla gurur duyuyorum" diyor.

Güney Afrikalı tenis oyuncuları bile ülkelerindeki bu rezil yasayı protesto etmek için girişimlerde bulunuyorlardı. Zamanın bir numaralı Güney Afrikalı tenisçisi Cliff Drysdale, 1974 yılında bir adet Davis Cup maçı oynayıp takımı terk etti ve vatandaşlıktan çıktığını açıkladı. Yaptığı açıklamada, turnuvalara giderken "istenilmeyen misafir" titri ile karşılanmaktan yorulduğunu dile getiren tenisçi, "Kabul edilemez bir yönetime sahip bir ülkeyi temsil etmekten bıktım" diyordu.


Johan Kriek ise 1981’de Avustralya Açık’i Güney Afrika vatandaşı olarak kazandı. Bir sonraki sene kazanan yine Kriek’ti ancak Amerika Birleşik Devletleri bayrağı altında.

Güney Afrika o sıralar sadece teniste değil sportif anlamda bir çok organizasyonda istenmiyordu. 1964’ten 1992’ye kadar Olimpiyat Oyunları’na katılmaları yasaktı. Güney Afrika’daki bu ayrımcılık yasası 1994’te resmen kaldırıldı ve ülkeye sportif anlamda uygulanan ambargolar da bir bir yok oldu.

http://en.wikipedia.org/wiki/1974_Davis_Cup
http://en.wikipedia.org/wiki/Apartheid
http://en.wikipedia.org/wiki/Sporting_boycott_of_South_Africa
http://www.nytimes.com/2009/11/29/sports/tennis/29davis.html?ref=tennis

Read more...

kazanan yok

Ödüllü yarışmanın kazananı çıkmadı. Şimdi ödülü kime vermek istesem haksızlık olacak (Yahu duyan da Federer'in imzalı raketini veriyorum sanacak). Tabi herkes Federer - Djokovic yazınca böyle oldu. Yuri Gagarin aslında bir finalisti doğru bilmiş (Uzaydan biraz daha iyi görülüyor sanırım :)) ama çok yetersiz. Bildiği finalist Davydenko olsa ve kazanana da Davydenko yazmış olsaydı keşke. Sıfır çeken adamın kazanacağı tahmininde bulunmuş:)

-------
yuri gagarin, 15 Kasım 2009 Pazar 19:50

jm del potro - fernando verdasco
fernando verdasco
43
-------

Read more...

rekor ama yetersiz


Serena Williams, Amerika Açık yarı finalinde çizgi hakemin üzerine yürüyüp, hakemi tehdit ettiği maç için rekor bir cezaya çarptırıldı. 82.500 Amerikan doları ödeyecek Amerikalı tenisçi. Ancak iki yıl içerisindeki Grand Slam'lerde böyle agresif bir hareket yaparsa cezası iki katına çıkacak ve Amerika Açık'tan men edilebilecek.

Bir kere para cezası yetersiz. Böyle disiplinsiz bir davranışın cezası daha büyük olmalıydı. Manevi anlamdaki cezası da yetersiz, hatta yok. 2 yıl içinde sakin olması bütün turnuvalara katılmasını sağlayacak. Ve ayrıca neden 2 yıl?

2 yıl içinde hakeme tekrar küfretmesi ile 3 yıl sonra 10 yıl sonra yapmasının arasındaki fark ne? Sonuçta ikinci kez yapılmış bir hata olacak.

Sırf Afrikalı-Amerikalı diye bir dönem "a" desek, "Irkçılk yapıyorlar hanıııım, vay başımıza gelenler" diye dellenen babası ve kendisinin, sırf bir süper-star diye, statü olarak kendinden çok aşağılarda olan gariban bir çizgi hakemine ağzına geleni söyleyip olaydan azıcık bir maddi ve sıfır bir manevi ceza alarak yırtması akil değil. Adil hiç değil.

Read more...
yasal uyarı (disclaimer diyor yabancı insanlar)

bu blogdaki fotoğrafların yüzde 99.9'u http://sports.yahoo.com adresinden alınmaktadır.. tüm hakları reuters, ap ve getty images'e aittir.. sanırım.. bu blog tarafsız bir tenis blogu değildir.. sevdiğim tenis oyuncularını kayırırım.. ama sevmediklerime hakaret etmem.. siz de etmeyin, çok ayıp.. yorum yazarken öyle tek cümlelik "saldır federer, vur kır nadal" tarzı yorumlarınızı yayınlamayacağımı göz önünde bulundurun.. merak ettiklerinizi ya da içinde cidden yorum bulunan yorumlarınızı göndermekten çekinmeyin.. tenisi sevelim.. boş alanlara kort dikelim.. teşekkürler..

ben olsam firefox 3küsür ve en az 1152x864 çözünürlükte dolanırım buralarda..

GÖRÜŞ VE ÖNERİLER

  © Blogger templates The Professional Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP