Onur sağolsun beni Avusturya-Macaristan arşidükasına denk sayma konusunda ısrarcı. Yalnız Franz Ferdinand denince benim aklıma daha ziyade Britanyalı rock gruplarından Alex Kapranos’un Franz Ferdinand’ı geliyor. Ve tabii Jacqueline, (Eurosport tanıtımlarında da kullanılan) Take Me Out gibi güzel şarkılar... Garip bir tesadüf bu, çünkü konumuz 2009 ATP Masters şampiyonu Nikolay Davydenko ve Davydenko, görünüş itibariyle bir tenis oyuncusundan ziyade yeni dönem “Britanya rock” grubu solistini hatırlatmıştır bana her zaman. Coldplay’den Chris Martin, Radiohead’den Thom Yorke, Travis’ten Fran Healy gibi adamlardan bahsediyorum. Hani “Kolya” diye bir grup kurup abisi Eduard’ı da alsa yanına, yine Radiohead’den Colin Greenwood – Jonny Greenwood misali abi kardeş tıngırdatsalar; “İrina” diye bir şarkıyla listelere hızlıca giriş yapsalar falan şaşırmam.
Acaba rock yıldızı olup seyircileri coşturmayı hiç hayal etti mi Nikolay bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da geçen hafta oynadığı inanılmaz tenisle O2 Arena’ya gelen seyirciyi coşturduğu gerçeği. O2 Arena’yı geçen sene bu zamanlarda Coldplay ve Muse coşturuyordu, böyle de bir durum söz konusu tabii.
Şampiyonluğa değinmeden önce, birkaç noktanın altını çizmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. İlk olarak, Davydenko için Masters Kupası’na gidebilmek bile büyük bir başarıydı. Çünkü Rus raket, Chennai’de nükseden sol topuğundaki sakatlık sebebiyle, Avustralya Açık da dahil olmak üzere sezonun ilk iki ayını televizyondan takip edebildi. Şubat ayında geri döndükten sonra, kuvvetli olduğu toprak kortta her ne kadar fena olmayan bir görüntü sergileyip Roland Garros’ta da çeyrek final yapsa da, tam olarak toparlanması ancak Wimbledon sonrası mümkün oldu. Hamburg, Umag, Kuala Lumpur ve özellikle de 1000’lik turnuvalardan Shanghai’daki şampiyonluklarla hem sondan bir önceki Londra biletini almayı başardı –ki Grand Slamler’deki hayal kırıklığı ve iki aylık zorunlu istirahat göz önüne alınınca bu ciddi bir olay- hem de herkese “Dikkat!” mesajı yolladı. Ne var ki, ne rakipleri, ne tenis medyası ne de sen-ben bu mesajı okuyamadık.
Bunun için kimsenin kendisine çok da fazla zulmetmesi gerekmiyor elbette. Çünkü, Davydenko’nun, daha evvelden de hayli eli sıcak gittiği büyük turnuvalar oldu ve hep bir noktada tıkanıp kaldı. Kâh Estoril’de final, Monte Carlo’da yarı final oynayıp Portschach’da şampiyon olduktan sonra gittiği 2008 Roland Garros’taki 3. Tur oldu o nokta, kâh geçen seneki Masters Kupası’ndaki final… Bazen ne denli yakın duruyor gibi gözükse de büyük kap kacağa, oraların adamı olamadı zihinlerde hiçbir zaman, yakın zamana kadar kendi zihninde bile belki de.
Buna mukabil, ATP Masters Kupası’na, pek çok açıdan en iyi durumda gelen oyuncu olmasına rağmen, bahis şirketlerinin, Verdasco ve Söderling’den sonra en az şans tanıdığı isimdi Kolya. “Moskova’da ev satın almak istiyorum ama şu kazandığım meblağ yeterli değil. Bilseydim kendime bahis oynar ve paramı da katlardım.” diye bir açıklama yaptı hatta zaferi sonrasında. Tabii mutluluğun verdiği sarhoşlukla komik olayım derken ağzından çıkan şu cümlenin orta yerinde “ Eyvahlar olsun” dediğine bahse girerim. 2,5 eyvah üstü de düşünülebilir geniş kuponlarda.
Ehh, bir şekilde bahse geliyor laf ister istemez, konu Davydenko olunca. 2007 Sopot’taki Martin Vasallo Arguello maçında yaşananlar sonrası açılan soruşturmayla 1,5 yılı kabusa dönen, eşinin, abisinin telefon kayıtlarına varıncaya kadar didiklenen ve işte oralardan gelip de 28’inde bu patlamayı yapan bir tenis emekçisinden “bahsediyoruz”. 2005’ten beridir ilk 10 oyuncusu olmasına rağmen halihazırda raket sponsoru yok. “ Global mali kriz var ve Prince de tüm parayı Sharapova’ya veriyor.” diyor. Kıyafet sponsorluğu için de Adidas ya da Nike gibi büyükler hiçbir zaman onun kapısını çalmadı. Düşündüklerini bile sanmıyorum. İşin aslı şu; ticari firmalar ürünlerinin tercih edilmesi için “süper kahramanlara” ihtiyaç duyuyor. Bir süper kahraman da iyi gözükmelidir değil mi? Biz insanlar bunu talep ediyoruz çünkü. (Konu hakkında daha geniş bilgi için Chuck Palahniuk’un Gösteri Peygamberi [Survivor] kitabını tavsiye ederim.) Davydenko, 1.78’lik boyuyla ilk 10’daki en kısa oyuncu. Sıska, çelimsiz ve saçları her yıl daha da azalıyor. İmajın her şey olduğu şu devirde de Nikolay’ın istikrarı ve başarıları da fazla bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki. Daha acı olansa, ticari firmalar için geçerli olan bu prensibin ATP ve WTA’de de karşımıza çıkması. Onlar da mallarını pazarlayabilmek için barbi bebeklere ve filinta delikanlılara sarılıyor ve her vesileyle kamuoyuna bu algıyı pompalıyorlar. Bu da, sporu yöneten temel kurumların, adaleti ve fırsat eşitliğini sağlayıcı, düzenleyici ve birleştirici üst merci kimliklerini kaybedip devasa ticarethanelere dönüştüklerinin en açık delili.
Davydenko’nun kazanması, en azından şu sağlıksız ve sığ düzene vurulacak bir fiske olacağı için beni memnun ederdi her halükarda. Ama maçları izledikten sonra, her zaman hak edenin kazanmasını isteyen biri olarak, başkası kazansa Kolya için üzülürdüm. Bu kadar üst seviye tenisi, dünyanın en iyileri karşısında bir haftaya yaymak, ilk 5’in 4’üyle oynayıp 3’ünü yenmek ve Wimbledon’dan ötürü, tenis kariyerinin her yıl temmuz ayında düzenli olarak dibe vurduğu Londra’da yeniden doğmak… Buna ya “Davai” ya da “Nazdarovya” denir herhalde. ( Başka bir şey denecekse de ben diyemem zira bildiğim Rusça bundan ibaret. Bir de ”Privet” var merhaba anlamına gelen ama sanmıyorum ki işe yarasın)
Umuyorum ki, şu şampiyonluk, Kolya’ya, hak ettiği saygıyı kazanma yolunda bazı kapıları açar. Düğününün ertesi günü antrenman yapmış bir oyuncu olarak, fiziki dezavantajını çok çalışarak kapatan bir istikrar abidesi olarak çok şeyler ispatladı şu ana dek çünkü. Federer ya da Nadal boyutlarında bir şöhret değil ama hiç değilse ülkesi Rusya’da biraz daha popüler olmak istediğini söylüyor kendisi. Haydi inşallah diyelim.
Haa unutmadan, Master Kupası boyunca, Londra’da çıktığı akşam yemeklerinde, tek bir Allah’ın kulu “Privet” deyip imza istememiş Nikolay’dan…
Emre Yazıcıol
Read more...