avustralya açık 2010'un ardından
(Dünkü gazetede çıkan yazım, gazeteye ulaşamayanlar için burada)
Üstün insan sadece bir hayal mi?
Düşünün ki bir tenis maçına bilet alıyosunuz. Tribündeki yerinize oturmuş maçı izleyecekken bir anda bale gösterisinde buluyorsunuz kendinizi. Kortta bale olur mu hiç? Söz konusu Roger Federer ise her şey olur. Majesteleri oyun anlamında diğerlerinden ne kadar ayrı bir yerde durduğunu ve bu farkı da günden güne açtığını gösterircesine oynadı Avustralya Açık 2010’da. Turnuvaya Igor Andreev karşısında set kaybederek başlasa da her geçen maç seviyesini daha da arttırarak final maçında 2001: A Space Odyssey eserindeki “Star Child” mertebesine ulaştı. Bu Yıldız Çocuk şüphesiz ki tüm insanlardan daha üstün olmalıydı. Nietzsche’nin de ruhu şad olmuştur artık.
Federer, geçen sezon sonundan beri çok iyi oynuyor dediğimiz Davydenko’yu ve ardından Tsonga’yı çok rahat geçti. Finalde Andy Murray zorlar diye düşünülüyordu. Kendinden altı yaş küçük ve fiziksel olarak daha dinç olması gereken Britanyalı’yı da set vermeden geçerek kupaya ulaştı İsviçreli. 16. Grand Slam şampiyonluğu. Dile kolay.
Rafael Nadal’ın dizlerinin ihaneti ona pahalıya patlamaya devam ediyor. Murray karşısında çektiği diz ağrısı maçı tamamlayamamasına neden oldu. Koltuk değnekleri ile de olsa bitirmesi tavsiye edilen maçı akil davranarak yarıda bırakması, kariyerinin devam edebilmesi açısından alınmış zekice bir karardı.
Djokovic de Nadal’dan farksız. Avustralya’da onu bozan bir şeyler var belli ki. Geçen sene çarpan güneşti, bu sene midesi. Çeyrek finalde Tsonga karşısında müsabakayı beş sete götürdüyse de sonunu getiremedi. Tenisin Muhammed Ali’si Tsonga ise iki sene önceki başarısına çok yaklaştı fakat yarı finalde karşısında bulduğu Federer başka bir dünyadandı.
Cilic’ten bahsetmezsek olmaz. 21 yaşındaki Hırvat, gelecek için güzel sinyaller verdi. Dördüncü turda mağlup ettiği del Potro’nun Amerika Açık finalinde Federer’i alt ettiği düşünüldüğünde artık kendisinden bir Grand Slam beklememiz gerektiğini çıtlattı.
Ara vermeseydi kadınlar tenisinin Federer’i mertebesine ulaşacak olan Justine Henin, vatandaşı Clijsters’ın başarısını tekrarlayamayıp birincilik kupasına erişemese de gösterdiği performans ile Roland Garros için güzel sinyaller verdi. Değişen servis stiline alışması da zaman alacak gibi. Final maçında backhand’ini evde unutması Serena Williams’a yaradı ve Amerikalı raket kariyerinin 12. Grand Slam’ine uzanarak Billie Jean King ile skoru eşitledi. Şimdi hedef 18 ile Navratilova ve Evert.
Kadınlar tarafında en büyük sürpriz şüphesiz iki Çinli’nin yarı final oynamasıydı. Yarı finale kalan dört tensiçiden üçünün 1.75’in altında olmasını uzun zamandır görülmemiş bir doğa olayı gibi ağzımız açık izledik. Na Li ve Jie Zheng’in bir süredir devam eden özgürlükleri onları iyi yönde etkilemiş. Bu iki tensiçinin antrenman saatlerinden maaşlarına kadar her şeyini Çin Devleti belirliyordu. Fakat yaklaşık iki sene önce devlete resti çeken Çinliler yavaş yavaş yükselmeye başladı. Na Li ilk 10’a giren ilk Çinli oldu.
Birkaç sene öncesine kadar ilk 10’a girecek düzeyde tenis oynayan Maria Kirilenko bir anda düşüşe geçerek 100’den çıkmanın eşiğine gelmişti. Açıkçası patlama yapacak zamanı biraz kötü seçti. Vatandaşı ve adaşı Sharapova ile ilk turda eşleşen Rus raket tur atlayan taraf olunca Sharapova için Grand Slam kazanma umutları bir başka bahara kaldı.
Türkiye için de farklı bir turnuva oldu. Marsel “şanslı kaybeden” olarak katıldığı ana tabloda Sebastien Grosjean’ı geçerek yine ikinci turu gördü ancak Fernando Gonzalez onun için çok güçlüydü. Çift kadınlarda İpek Şenoğlu partneri Yaroslava Shvedova ile ilk turda elenerek üzdü. Gençlerde de ilk defa bir Türk mücadele etti. Melis Sezer rakibini ilk sette zorlasa da belki de deneyimsizlik sonucu ilk turda elendi. Ancak yavaş yavaş Grand Slamler’in ana tablolarında görünmek Türk tenisi açısından umut verici bir gelişme.
Seyirci rekorunun kırıldığı Avustralya Açık böyle geçerken artık gözümüz toprağa bakıyor. Şunun şurasında Roland Garros’a 100 gün kaldı.
0 yorum:
Yorum Gönder